Sayın Adnan Oktar'ın Hindistan’ın günlük gazetesi The Rahnuma’da yayınlanan röportajı

1. Sizin görüşünüze göre, Havva’nın Hz. Adem’in ilham kaynağı, Hacer’in Hz. İsmail'in ilham kaynağı, Meryem'in Hz. İsa’nın, Hazreti Hatice’nin Hazreti Muhammed’in ve Hz. Fatıma’nın da Hz. Ali’nin ilham kaynağı olduğunu söylemek doğru olur mu?

Benim düşünceme göre kadınlar, Allah’ın yeryüzündeki en güzel tecellileri. İnsanların bir çoğu kadının nasıl bir nimet olduğunun farkında bile değil, ellerinde elmas var ama cama baktıklarını sanıyorlar. Anlamıyorlar kadınların güzelliğini ve değerini. Kadınlar detayları görme, incelik, sabır, merhamet, sevgi, tutku, derinlik, sanat gibi sayısız yönde açık olarak üstün yaratılmışlar. Sevgiyi ve tutkuyu mükemmel bilmeleri onları çok değerli kılıyor. Ama ne var ki bir çok kadın hayatında sevgiyi bir kez bile yaşamadan vefat ediyor. Hayatları boyunca samimi sevgiyi arıyorlar ama hep yüzeysel, yapmacık, aklen zayıf olan bir anlayışla karşı karşıya kalıyorlar. Bu tabi çok acı bir durum. Tarihe baktığımızda kadın düşmanlığının şeytanla başladığını, kadınların en çok ve en derin sevgiyi ise Peygamberlerden gördüğünü görüyoruz. Peygamberlerin kadınlara olan sevgisi, hürmeti ve ilgisi hemen her devirde münafıkların ve müşriklerin en çok kafalarını taktıkları konu olmuş. Firavun döneminde kadınların Hz. Musa’ya olan sevgisi ve sadakati onun da kadınlara verdiği değer Firavun’un Hz. Musa’ya müthiş haset etmesine sebep olmuş. Hz. Süleyman, Hz. Davut kadınlara gösterdikleri ilgi ve sevgiyle tanınıp bilinmişlerdir.. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) de kadının kıymetini en iyi bilen insan. Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin kadınları hep çok sevmişler, değer vermişler. Kadınlar da onlardaki imana, samimiyete, kaliteye, derinliğe aşık olmuşlar. Bu aşk münafıkları adeta delirtmiş. Müthiş haset etmişler Peygamberimize ve ehli beyte. Peygamberimiz kendi döneminde cahiliyenin getirdiği ve kadınları baskı altına alan tüm hükümleri kaldırmış. Ancak Peygamberimizin vefatının hemen ardından münafıklar, cahiliyedeki kadın nefretini İslam’a dahil etmişler. Üstelik bunu çok alçakça bir yöntemle yapmışlar. Peygamberimiz adına hurafeler uydurarak kadına karşı korkunç bir bakış açısının gelişmesine sebep olmuşlar. Dünyanın en güzel varlığı olan kadınları haşa aklı yarım, cehennemlik, potansiyel suç ve günah unsuru, dayak yemesi gereken, ne denirse tersi yapılması gereken garip bir varlık gibi tanıtmışlar ve hatta kadınların dahi bunu kabul etmesine sebep olmuşlar. Oysa Kuran’da böyle bir bakış açısı yok. Tam tersine Allah kadınların bir çiçek gibi korunmasından ve ihtimam görmeleri gerektiğinden bahsediyor. Kuran’a göre kadınlar lider olabiliyor, hayatın her alanında önde oluyorlar. İşte Peygamberimiz döneminde Kuran’a göre yaşanan bu özgürlük ve sevgi anlayışını şimdi ahir zamanda Mehdi vesilesiyle yeniden göreceğiz. Peygamberimiz bunun müjdesini özellikle vermiş. Kadınlar Mehdiyet devrinde alabildiğine özgür olacaklar inşaAllah.

2. Suudi Arabistan'da son zamanlarda gerçekleşen modernleşme ile birlikte, dünya temel ideolojik reformların mümkün olduğuna inanabilir hale gelmiştir. Buna benzer bir şekilde sizce İsrail de Siyonizmle ilgili eski ve katı fikirlerini bir kenara bırakıp daha çoğulcu bir görüş benimseyebilir mi? İsrail’le yakın ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda (Filistin konusuyla ilgili bazı fikir ayrılıkları bulunsa da), Türkiye İsrail’de ve Siyonizme destek olan Batı dünyasında radikalizminin önüne geçilmesinde nasıl bir rol oynayabilir?

Aslında buna reform değil dinin özüne dönmek denilse daha doğru olur. Dikkat ederseniz bugün İslam aleminde yaşanan sorunun temelinde Müslümanların büyük kısmının Kuran’dan uzaklaşarak bazı batıl gelenekleri, hurafeleri, rivayetleri din gibi kabul etmeleri ve bunlar üzerinden ayrılıklar ve çatışmalar yaşamaları vardır. Nitekim Furkan Suresi’nin 30. Ayetinde Peygamberimizin ümmetinden tek bir şikayeti olduğu bildiriliyor: “Rabbim benim kavmim bu Kuran’ı terk edilmiş bıraktı” diyor. Oysa Allah’ın sözü olan Kuran yeterlidir, Kuran’a uygun olan hadis geçerlidir. Müslümanlar Allah’ın gösterdiği bu yola uyduklarında hayatın bir çok alanında yaşadıkları sorunların bir bir ortadan kalktığını görecekler.

Sorunuzun cevabı olarak Siyonizmin de tanımının doğru yapılması gerekir. Dindar Musevilerin inandığı Siyonizm, Allah’ı sevenlerin, Allah dostlarının ve imanın dünyaya hakim olmasıdır. Bu anlamda bir Siyonizm’den Müslümanların rahatsız olmasını gerektiren bir durum olmaz. Çünkü, Kuran’a göre Museviler Kitap Ehlidir, onların yemekleri Müslümanlara helaldir ve Müslümanlar Musevi kadınlarla evlenebilirler. Dolayısıyla Müslümanlarla Museviler birbirlerinin düşmanı değil, her ikisi de bir olan Allah’a iman eden, her ikisi de Peygamber soyundan gelen kardeşlerdir. Ancak tek bir ırkın hakimiyetini öngören ve ırk temelli yanlış bir anlayışla bir çok haksızlığa sebep olan bir ideoloji söz konusu olursa buna tüm vicdan sahiplerinin karşı çıkması gerekir. Ben de zulmün her türlüsüne kim tarafından yapılırsa yapılsın her zaman karşı olan bir insanım. Benim inancım, zulmedenlere karşı Allah’ı sevenler, Allah dostları ittifak ederse ve birlik olursa o zaman bütün sorunlar çözülür, radikalizm de ortadan kalkar.

Türkiye’nin radikalizmin önüne geçilmesi konusundaki sorunuza gelince, açıkçası böyle bir misyonu şu anda İslam aleminde gerçekleştirebilecek tek ülke gerçekten Türkiye. Türkiye demokrasi, laiklik, fikir özgürlüğü ve Kuran’ın iç içe olduğunu kabul etmiş bir İslam anlayışına sahiptir. Atatürk’ün bu konudaki hizmeti çok büyük olmuştur. Hemen her İslam ülkesinde olduğu gibi Türkiye’de de bağnaz zihniyet zaman zaman çıkışlar yapar, ancak bu çok ufak bir azınlıktır ve hiçbir zaman başarılı olamaz. Özellikle de son dönemde Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Müslümanlar için tek kaynağın Kuran ve Kuran’a uygun olan hadisler olduğunu söylemiş olması, Peygamberimiz adına uydurma rivayetlerle ortaya çıkanları ise net bir dille eleştirmiş olması çok önemli bir adım olmuştur. Türkiye dışında bu derece üst bir liderlik seviyesinde bu kadar net radikalizm karşıtı izahlar yapılan başka bir ülke yok. Dolayısıyla Türkiye bu konuda tüm İslam alemi için önemli bir kapı açıyor ve örnek oluyor.

3. Ortadoğu’daki barış süreci ve başkenti doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin gerçekleşmesinde Türkiye’nin geleceğini nasıl görüyorsunuz? 

Türkiye, uluslararası toplumu etkilemekte önemli rol üstlenebilen ülkelerden biri. Türkiye’nin her zaman barıştan yana olması, özellikle Müslüman ülkeler arasında kardeşlik hukukunu gözetmesi, dünya çapında yardıma ihtiyacı olan ülkelere hiçbir ayrım gözetmeden, dinine, mezhebine, aşiretine, etnik kökenine bakmadan yardıma koşması bu güzelliğin vesilelerinden biri. Filistinli kardeşlerimizin Kudüs’te alabildiğine hür ve özgür yaşaması tüm İslam aleminin en candan temennisidir. Bizim idealimizdeki Kudüs’te sadece Müslümanlar değil, Museviler ve Hristiyanlar da alabildiğine özgür olmalıdır. Hepsi birlikte Allah’a ibadet etmeli, kardeşçe, bir arada güzellikle yaşayabilmelidir. Selahaddin Eyubi devrinde bu sağlanmış, Osmanlı devrinde 400 yıl bu sağlanmış. Bugün neden olmasın? Bölge çok geniş bir coğrafya, alabildiğine uçsuz bucaksız alan, bir arada güzellikle kardeşçe yaşayalım. Museviler gelsinler her yere yerleşsinler, Filistinliler istedikleri yerlerde yaşasınlar. Ne güzel kardeş olalım, neden illa kavga olsun. Ama işte bunun sağlanabilmesi için Allah’ın gösterdiği yola uymak şart. Bu da Kuran’a uymak, Müslümanların kardeş olduğunu hatırlamak ve birlik olmakla mümkün.

Kudüs’ü kurtaracak olan İslam Birliği’dir yoksa sadece savaş, kargaşa olur. İslam Birliği olsa Museviler, Hristiyanlar, Müslümanlar bir arada çok güzel yaşar. Her yeri bağlık bahçelik yaparız, Hz. Süleyman’ın mescidini yeniden inşa ederiz, Hz. İbrahim’in, Hz. İsa’nın, tüm peygamberlerin mübarek ayaklarının bastığı yerleri bakımlı hale getiririz, yeşillik, bağlık, bahçelik, mis gibi tertemiz yaparız ama şu an sadece çatışma ve kavga var, girilemiyor bile.

4. Arap ligi, BM Genel Kurulunun yüzde 70.5’u ve İslam İşbirliği Organizasyonu tarafından desteklenen Kudüs’teki iki devletli çözüm konusundaki duruşunuz nedir?

Kudüs tüm insanların, tüm Müslümanların, Hristiyanların, Musevilerindir. Kudüs’ün dostluk kardeşlik ve ibadet merkezi olması daha doğru olur. Her dinden insanın bir arada güzelce yaşayacağı, birlikte Allah’a dua edeceği, kendi ibadetlerini yerini getireceği bir huzur ve barış ortamı olmalı Kudüs’te. Kudüs dini bir şehir, tarihi bir şehir, orijinal haliyle kalması gerekir.

Kudüs siyasi merkez haline getirilmesin. Şehrin dışında Filistin ve İsrail kendi bölgelerinde Kudüs’ü başkent ilan etsinler. Ancak şehir merkezinin tarihi dokusuna hiç dokunulmasın. Kudüs’ün merkezi ibadet şehri olarak kalsın. Kudüs’ü şehrin dışına doğru açıp genişletelim, siyasi merkezler şehrin dışına taşınsın ki şehrin dokusu bozulmasın. Şehrin merkezini de imar edip, tarihi dokusuna hiç dokunmadan güzelleştirelim. Her yeri temizleyelim, zeytinlik, bağlık, bahçelik yapalım. Dünyanın her yerinden insanlar gelsinler. Hristiyanlar, Museviler, Müslümanlar birlikte ibadetlerini yapsınlar. Kudüs’te bir arada güzelce yaşayalım.

Tekrar belirtiyorum, Kudüs her üç din için de ibadet yeri ve kutsal bir toprak. Bölgeyi ateşe çekecek her adımdan kaçınmak önemlidir. Müslümanlarla Musevileri çatıştırmayı hedefleyen bir oyuna gelmemek gerekir. 

http://therahnuma.com/2018/04/06/jerusalem-reform-zionism-preadamism-exclusive-with-adnan-oktar/

2018-04-12 15:21:03

Harun Yahya Etkiler | Basında Harun Yahya | Sunumlar | Ses kasetleri | İnteraktif CD'ler | Konferans setleri | Radyo programı / Piyesler | Broşürler| Site Hakkında | HarunYahya.net | Ana sayfanız yapın | Sık kullanılanlara ekle | RSS Servisi
Bu sitede yayınlanan tüm materyaller, Sayın Adnan Oktar’ı referans göstermek koşuluyla telif hakkı ödemeksizin kopyalanabilir ve çoğaltılabilir
© Sitemizde ve diğer tüm Harun Yahya eserlerinde yer alan Sayın Adnan Oktar’a ait şahsi fotoğrafların bütün yayın hakları Global Yayıncılık Ltd.Şti’ne aittir. Kısmen de olsa izinsiz kullanılamaz ve yayınlanamaz.
© 1994 Harun Yahya. www.harunyahya.org
page_top