< <
7 / total: 10

Hürriyet Gazetesindeki Yanılgılar

"Evrimin Formülü Bulundu" Başlıklı
Yazıdaki Yanılgılar

3 Eylül 1999 tarihli Hürriyet gazetesinde "Evrimin Formülü Bulundu" başlıklı bir haber yayınlandı. Haberde, üç Fransız araştırmacının "evrim nasıl gerçekleşiyor" sorusuna cevap arayarak ortaya matematiksel bir formül koydukları bildiriliyordu. Hürriyet'in haberiyle oluşturulmaya çalışılan imaj ise, "evrim"in bilimsel bulgular tarafından sözde ispatlanmış kesin bir gerçek olduğu, geriye sadece "formülü"nün keşfedilmesinin kaldığı yönündeydi.
Oysa Hürriyet'in haberinde çizilen bu tablo açık bir yanılgıdır. Evrim bir varsayımdan ibarettir ve bu varsayımı destekleyecek ciddi bilimsel bulgular yoktur. Aksine, pek çok bulgu, evrimci iddiaları geçersiz kılar.

Peki o zaman Hürriyet'in haberinde sözü edilen "evrim formülü" nedir?

Bu formül ya da buna benzer tüm evrimci spekülasyonlar, önce evrimi kendilerince mutlak bir gerçek olarak kabul eden, sonra da bu kabul üzerine senaryolar yazan araştırmacıların ürünüdür. Bu kişiler insanın maymunlarla ortak bir atadan geldiği yanılgısını kabul etmekte, sonra insan ile maymunların arasındaki farklılıkları hesaplamakta, son olarak da "bu farklılıklar evrimin kanunlarına göre ne kadarlık bir zaman dilimi içinde şekillenmiş olabilir" sorusundan yola çıkıp formüller üretmektedirler. Ancak dikkat edilirse, tüm bu hesaplama, evrim diye bir sürecin yaşandığı yönündeki bir ön kabule dayanmaktadır.

Hürriyet gazetesindeki haberde "evrimin formülü bulundu" denmektedir. Gerçekte isteyen herkes bir tahtanın önüne geçip "İnsanın formülü"nü dilediği gibi yazabilir. Ancak bu uydurma formülün gerçeklerle hiç bir ilgisi yoktur.

Oysa böyle bir sürecin yaşanmadığını gösteren sayısız kanıt vardır.

Eğer bu tür spekülatif "formül"ler bilimsel bir bulgu olarak kabul edilirse, her türlü hayali senaryo bilimin içine sokulabilir.

Örneğin bir insan kalkıp önce "yer sarsıntıları, dünyayı karıştırmak isteyen uzaylıların uzaktan kumandayla oluşturdukları olaylardır" diye bir varsayım ortaya atabilir. Sonra da kalkıp "uzaylılar bunu hangi sıklıkla meydana getiriyorlar" diyerek bir "formül" oluşturabilir. Hatta sonra da kalkıp, "bu formül aslında günlük hayatımızı da etkiliyor, ekonomik gelişmeler, siyasi çalkantılar hep aslında bu formüle göre şekilleniyor" diyebilir.

İşte Hürriyet'in haberine konu olan evrimcilerin buldukları "evrim formülü" de bundan daha bilimsel değildir. Nitekim bu formülün bilimsel ciddiyetsizliği, Hürriyet'in aşağıdaki satırlarından da anlaşılmaktadır:

(Formülü bulan) Jean Chalin'e göre, yapılacak çalışmalar sonunda aynı formül, mevsimlerde meydana gelen değişimi, yer sarsıntılarının frekansını, hatta menkul kıymetler borsasındaki çöküşleri bile izah edebilir.

Hürriyet'in haberi incelendiğinde, haberde dile getirilen evrimci iddiaların tümüyle hayali ve gerçek dışı olduğu da görülmektedir. Örneğin Fransız evrimcilerden aktarılarak yazılan "primatların evriminin nasıl gerçekleştiği biliniyor, bir tek insanla maymun arasındaki kayıp halka kaldı" şeklindeki yorum tümüyle çarpıktır. Çünkü memeli canlıların bir grubu olan primatlar, evrimciler için "çözülmüş bir mesele" değil, aksine asla aşamadıkları bir engeldir.

Primatlar, diğer tüm canlı grupları gibi, fosil kayıtlarında bir anda ve diğer canlılardan çok farklı şekilleriyle ortaya çıkarlar. Kendilerine sözde evrimsel bir "ata" oluşturabilecek başka hiçbir canlı grubu yoktur. Bu konuda otorite sayılan evrimcilerden biri olan Elwyn Simons, "her türlü bulguya rağmen, primatların kökeni bir sır olarak kalmaya devam etmektedir" diye yazar.71 Bir diğer evrimci Romer "Omurgalı Paleontolojisi" adlı kitabında primatların en eski türlerinden biri olan lemurlar için "bu canlılar sanki hiç bilinmeyen bir yerden gelmiş gibi aniden ortaya çıkarlar" demektedir.72

Dolayısıyla evrimciler, ne primatların ne de insanın kökenini açıklayamamaktadır. Aslında hiçbir canlı grubunun kökenine açıklama getirememektedirler, çünkü bütün türler fosil kayıtlarında hiçbir ataları olmadan, bir anda ve kusursuz şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu bulgu bir kez daha yaratılışı ispatlarken, evrim iddiasını da bilimin dışına itmektedir.

İşte bu yüzden evrimciler de, Hürriyet'in haberinde olduğu gibi, hayali formüller üretmekten ve içi boş senaryolar yazmaktan öteye gidememektedirler.

8 Eylül 1999 Tarihli Hürriyet Gazetesindeki Yanılgı

8 Eylül 1999 tarihli Hürriyet gazetesinde "New York'un Göbeğinde Prehistorik Kafatası" başlıklı bir haber yayınlandı. Haberde, New York şehrinde yapılan bir kazıda, şaşırtıcı bir biçimde eski bir kafatası bulunduğu bildiriliyordu. Yine bildirildiğine göre, bu kafatası onu bulan paleoantropologlar tarafından Homo erectus sınıflamasına dahil edilmişti.

Turkana Çocuğu fosili

Haberi okuyan okuyucular, belki bu kafatasının "insanın evrimi" iddiasına bir delil oluşturduğunu sanmış olabilirler. Nitekim Hürriyet'teki haberde böyle bir imaj veriliyor ve kafatası hakkında verilen bilgilerin ardından sözde "insanın evrimi" hakkındaki teorilerden söz ediliyordu. Ancak gerçekte New York'ta bulunan bu yeni kafatasının evrime delil oluşturma yönünde hiçbir iddiası yoktu.

Bunu görmek için öncelikle bu kafatasının dahil edildiği Homo erectus sınıflamasından söz edelim. Homo erectus kavramı "dik yürüyen insan" anlamına gelir. Evrimciler bu insanları, "erect" sıfatı ile daha önceki devirlere ait sınıflamalardan ayırmak zorunda kalmışlardır. Çünkü eldeki tüm Homo erectus fosilleri, sözde ataları olan Australopithecus ya da Homo habilis örneğinde görülmediği kadar diktir. Günümüz insanının iskeleti ile Homo erectus iskeleti arasında hiçbir fark yoktur.

Bunun iyi bir göstergesi, Homo erectus sınıfına dahil edilen "Turkana Çocuğu"fosilidir. Bu fosilin sahibinin 12 yaşında bir çocuk olduğu ve büyüdüğü zaman yaklaşık 1.83 boyunda olacağı saptanmıştır. Fosilin dik iskelet yapısı günümüz insanından farksızdır. Amerikalı paleoantropolog Alan Walker, "ortalama bir patolojistin bu fosilin iskeletiyle, günümüz insanının iskeletini birbirinden ayırmasının çok güç olduğunu" söyler.73

Evrimcilerin Homo erectus'u "ilkel" saymaktaki yegane dayanakları ise, kafatası hacminin (900-1100 cc.) günümüz insanının ortalamasından küçüklüğü ve kalın kaş çıkıntılarıdır. Oysa bugün de dünyada Homo erectus'la aynı kafatası ortalamasında pek çok insan yaşamaktadır (örneğin pigmeler) ve bugün de çeşitli ırklarda kaş çıkıntıları vardır (örneğin Avusturalya yerlileri Aborijinler'de). Kafatası hacmi farklılığının zeka ve beceri yönünden hiçbir fark oluşturmadığı ise bilinen bir gerçektir. Zeka, beynin hacmine göre değil, beynin kendi içindeki organizasyonuna göre değişir.74

Nitekim evrimci Richard Leakey bile Homo erectus'un günümüz insanı ile olan farklılığının ırksal farklılıktan öte bir anlam taşımadığını şöyle ifade eder:

Herhangi bir kişi farklılıkları fark edebilir: Kafatasının biçimi, yüzün açısı, kaş çıkıntısının kabalığı vs. Ancak bu farklılıklar bugün değişik coğrafyalarda yaşamakta olan insan ırklarının birbirleri arasındaki farklılıklardan daha fazla değildir.75

Turkana çocuğu iskeleti bugüne kadar bulunmuş belki de en eski ve en eksiksiz insan kalıntısıdır. Toplanan kemikleri inceleyen Alan Walker ve Richard Leakey, (yanda) kalıcı köpek dişlerinin henüz çıkıyor olduğuna dikkat çekmişlerdir.

En solda evrimcilerin daha küçük hacimli olduğu için "ilkel" saydıkları Homo erectus kafatası fosili görülüyor. Bu evrimcilerin önemli yanılgılarından biridir. Çünkü halen dünyada Homo erectus'la aynı hacimde kafatasına sahip -yandaki Aborijin yerlisi gibi- birçok insan yaşamaktadır.

Kısacası evrimcilerin Homo erectus sınıflamasına dahil ettikleri insanlar, zeka düzeyleri bizden farklı olmayan kayıp bir insan ırkıdır. Bir insan ırkı olan Homo erectus ile sözde "insanın evrimi" senaryosunda kendisinden önce gelen maymunlar (Australopithecus ya da Homo habilis) arasında ise büyük bir uçurum vardır.

Dolayısıyla dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir Homo erectus fosilinin bulunması evrim iddiasına delil oluşturmaz.

Evrime delil oluşturacak bir bulgu öne sürmek için, evrimcilerin gerçek bir insan olan Homo erectus ile, Australopithecus ya da Homo habilis sınıflamaları arasında geçiş formları bulmaları gerekir. Oysa bu iki sınıflama da, eğik yürümeye uygun iskeletleri, küçük kafatası hacimleri ve maymunsu hatlarıyla, Homo erectus'tan çok farklıdırlar.

Bu nedenle, Hürriyet gazetesinin haberinde konu edilen Homo erectus kafatası bulgusu da, evrime delil değildir. Evrimciler isterlerse bir milyon tane daha Homo erectus kalıntısı bulabilirler. Ama asıl bulmaları gereken fosilleri, yani ara geçiş formlarını asla bulamamaktadırlar. Bu nedenle de teorileri bir hayalden öteye gidememektedir.

"Denizanaları Evrim Harikası"
Başlıklı Yazıdaki Gaflar

Hürriyet gazetesinin 21 Ekim 1999 tarihli sayısında "Denizanaları Evrim Harikası" başlıklı bir haber yayınlandı. Haber, evrim teorisini körü körüne de olsa ısrarla savunmaya kararlı olan medya kesimlerinin, artık her türlü bilimsel kaygıyı bir kenara bırakıp, tamamen propagandaya başvurduklarının bir ispatı niteliğindeydi. Çünkü haberde "denizanaları evrim sürecinin en başarılı örneklerinden biri" deniyordu, ama bu bilim dışı iddiayı destekleyebilecek tek bir bulgudan bile söz edilmemişti. Haberi yazanlar, bir yerde resmini görüp de beğendikleri bu canlıyla ilgili bilgilerin yanına, "evrim" kelimesini sıkıştırmaktan başka bir şey yapmamışlardı. Gerçekte ise denizanaları evrim teorisinin lehinde değil, aleyhinde bir delildir. Çünkü evrim teorisi ne bu canlıların kökenini, ne de nasıl olup da 600 milyon yıl boyunca hiç değişmeden bugüne kadar gelebildiklerini açıklayabilmektedir.

Bu başlığın amacı okuyucularda ilk anda denizanalarının evrim sonucu oluştukları gibi bir izlenim yaratmaktır. Ne var ki yazının içeriği incelendiğinde evrim ile ilgili hiçbir delil sunulamadığı aksine denizanalarındaki yaratılış delillerinin anlatıldığı görülecektir. Evrim teorisinin klasik propaganda yöntemlerinin anlaşılması bakımından bu yazı güzel bir örnektir.

Önce birinci konuyu, yani bu canlıların kökenini ele alalım. Denizanaları, diğer pek çok farklı omurgasız deniz canlısı türü gibi, 600 milyon yıl kadar öncesine uzanan Kambriyen devirde ortaya çıkmıştır. Kambriyen devir öncesindeki fosil katmanlarında ise, tek hücreli bakteriler dışında hiçbir canlı türü yoktur. Yani deniz anaları ve diğer omurgasızlar "aniden" ortaya çıkmışlardır. Bu o kadar açık bir gerçektir ki, evrim teorisinin ünlü savunucusu Richard Dawkins bile, The Blind Watchmaker (Kör Saatçi) adlı kitabında "Kambriyen canlıları, ilk olarak ortaya çıktıkları halleriyle, oldukça evrimleşmiş bir şekildeler. Sanki hiçbir evrim tarihine sahip olmadan, o halde, orada meydana gelmiş gibiler" demek zorunda kalır.76

Canlıların bir anda, hiçbir ataları olmadan ortaya çıkmaları ise, evrimin değil, yaratılışın delilidir.

Yeryüzündeki ilk kompleks canlılar Kambriyen Devir'de birdenbire ortaya çıkmışlardır. O dönemden günümüze gelen canlılardan olan denizanaları ise fosillerinde de açıkça görüldüğü gibi hiçbir değişikliğe uğramamışlardır. Yanda, Kambriyen devirde yaşamış bazı canlılarla ilgili bir ilüstrasyon.

İkinci konu ise, bu canlıların ortaya çıktıkları dönemden itibaren hiçbir "evrim" geçirmemiş olduklarıdır. En eski denizanası fosilleri ile günümüzdekiler arasında fark yoktur. ABD'deki Northwest State College üniversitesinden biyolog Jerry Bergman, bir makalesinde denizanaları ve diğer türler için geçerli olan bu "değişmezlik" durumunu şöyle açıklar:

Şu anda yaşamakta olan çoğu bakteri türü, böcekler, denizanaları, sürüngenler ya da balıklar, fosil kayıtlarında bulunan en eski atalarına çok büyük bir benzerlik göstermektedir.77

Elbette bir canlının 600 milyon yıl boyunca değişim geçirmemiş olması, evrimin değil, yaratılışın bir delilidir. Kısacası paleontolojik bulgular, denizanalarının evrimle ortaya çıkmadıklarını, aksine yaratıldıklarını ispatlamaktadır. Denizanalarının Hürriyet gazetesinde de kısaca değinilmiş olan kompleks yapıları, bu canlıların üstün bir yaratılışın eseri olduklarını gösterir. İlginç olan, Hürriyet'teki "Denizanaları Evrim Harikası" başlıklı yazıyı kaleme alanların, evrim teorisini açık bir biçimde geçersiz kılan bir delili bile "evrim kanıtı" sanmalarıdır. Bu, evrimcilerde yaygın olan dogmatik bakış açısının dikkat çekici bir örneğidir. Bu bakış açısı, bilim felsefecisi Karl Popper tarafından da teşhis edilmiştir. Popper'in belirttiğine göre, Darwinistler, doğayla ilgili gördükleri herşeyi "evrimin delili" olarak algılayan ve bu nedenle de bilimsel düşünceden yoksun olan kişilerdir.

Ne yazık ki Türkiye'nin büyük bir gazetesi olan Hürriyet'te de aynı bilim dışı zihniyet sözde "bilimsellik" görüntüsü altında ifade bulmaktadır. Bir insan, bu yanlış bakış açısı ile gördüğü herşeyi evrime delil sanabilir. "Kuşlara bakın ne güzel uçuyorlar, tam bir evrim delili" diye düşünebilir. Ya da "balıkların renkleri ne kadar güzel, evrimin açık bir kanıtı" diye de avunabilir. Oysa gerçekte evrime delil sandığı bu canlılar, evrime değil, yaratılışa delildirler. Çünkü fosil kayıtlarında aniden ortaya çıkmaktadırlar ve hiçbir rastlantısal süreçle açıklanamayacak kusursuz yaratılışa sahiptirler. Evrimi savunma çabası içindeki diğer medya kuruluşları, bu bilimsel gerçekleri artık görmeli ve kendilerini komik duruma düşüren bu çabadan vazgeçmelidirler.

Üstteki ve alt sağdaki resim denizanası fosillerine aittir. Günümüzdeki örneklerinden hiçbir farkı olmayan bu fosiller denizanalarının hiçbir zaman evrim geçirmediklerini kanıtlar. Bu canlılar evrime değil, tam tersine yaratılışa bir delildirler. Fosil kayıtlarında aniden ortaya çıkan ve kusursuz bir yaratılışa sahip olan bu canlıları yaratan Yüce Allah'tır.

Hürriyet Gazetesinin "İlk Kara Omurgalısı" Yanılgısı

5 Mayıs 2000 tarihinde Hürriyet Gazetesi'nin 30. sayfasında, "İlk Kara Omurgalısı" başlıklı bir haber yayınlandı. Yaklaşık yarım sayfa yer verilen habere göre, "sudan karaya uzanan yaşam zincirinin sözde kayıp halkası" bulunmuştu.

Bu haberin, bilimsel birçok gerçek göz ardı edilerek, sadece klasik bir "evrim propagandası" yapmak amacıyla hazırlanmış olduğu açıktır. Evrimci fosil bilimciler, daha önce binlerce kez yaptıkları gibi, ellerine geçen küçük kemik parçalarından yola çıkarak tamamen hayali ve bilimsel temeli olmayan yorumlar yapmışlar ve bu da kamuoyuna "evrim adına önemli bir buluş" gibi gösterilmiştir.

Evrimci paleontolog Richard Leakey

Söz konusu yazıda, 1953 ve 1964 yıllarında ayrı ayrı bulunan iki çene parçasından söz edilmektedir. 11 sene ara ile bulunan bu iki parçanın, 50 yıl önce Litvanyalı bir paleontolog tarafından tesadüfen bulunduğu ve o zamandan beri de Rusya'da bir koleksiyonda saklandığı haber verilmektedir. Önemli olan nokta ise, bu iki çene kemiği parçasının, tüm omurgalı kara canlılarının sözde atası olan yarı balık yarı sürüngen bir canlıya ait olduğunun iddia edilmesidir.
Ancak bu iddianın tamamen spekülasyondan, yani bilimsel temeli olmayan bir varsayımdan ibaret olduğu aşikardır. Soyu tükenmiş bir canlının sadece çene kemiklerinden yola çıkılarak canlı ile ilgili oldukça detaylı bir senaryo yazılmış; canlının solungaçlara, balık kuyruğuna, hem yüzgeç hem ayak görevi gören 4 uzuva sahip, timsaha benzeyen bir omurgalı olduğu ileri sürülmüştür.

Yukarıdaki dişin nasıl bir canlıya ait olduğunu tahmin edebilir misiniz? Peki ya bu canlının ailesini, yaşadığı ortamı tasvir edebilir misiniz? Bu sorulara pek çok insan "elbette ki hayır" diye cevap verecektir. Evrimciler hariç. Çünkü evrimciler bu dişten yanda görülen yarı maymun yarı insan canlıyı tasvir edecek kadar evrim büyüsüne kapılmışlardır. "Nebraska Adamı" dedikleri bu dişin bir domuz dişi olduğu ise sonradan anlaşılmıştır.

Gerçekte iki ayrı tarihte iki parça halinde bulunmuş bir çene parçasından bu kadar detaylı bilgi edinilemeyeceği açıktır. Bu, evrimcilerin sık sık başvurdukları ve sadece kendi kendilerini ve taraftarlarını avutmak için kullandıkları bilim dışı bir "spekülasyon denemesi"nden başka bir şey değildir.
Nitekim, bizzat bazı evrimci bilim adamları dahi, bulunan bu gibi kemik parçalarının evrimci meslektaşlarınca çoğu zaman yanlış yorumlandıklarını belirtmişlerdir. Örneğin, evrimci fosil bilimcilerden Richard Leakey ve bilim yazarı Roger Lewin, yetersiz fosil parçalarından kesin bir sonuç elde edilemeyeceğini şöyle açıklamışlardır:

…Fosil buluntuları çok yetersiz olduğundan farklı yorumlar yapabilmek için zemin çok müsaittir. Sorunu daha da güçleştiren bir unsur da her hayvan türünde, bir miktar doğal görünüm farklılığının bulunmasıdır. Canlı bir örnek olarak çevremizdeki hemcinslerimize bakmanız yeterlidir.
Eğer soyu tükenmiş canlılarda bu tür değişkenlik büyük idiyse, geride bıraktıkları kemiklerdeki fark öylesine büyük olabilir ki, bilim adamları gerçekte ortada tek bir tür varken, birkaç değişik tür olduğunu düşünerek yanılgıya düşebilirler… Bu yüzden eğer altı araştırmacıdan, fosilleri uygun gördükleri şekilde sınıflandırmalarını isteseydik, her birinin seçiminin değişik olma ihtimali bizi şaşırtmamalıdır. Kuşkusuz bazı kişiler, belli bir fosil parçasının hangi gruba dahil edileceği konusunda anlaşamayacaklardır.78

Berkeley-California Üniversitesi'nden evrimci antropolog Dr. Tim White ise, kemik parçaları hakkındaki tahminlerin nasıl yanıltıcı olabileğini şöyle bir örnekle açıklar:

İnsanımsı bir canlının köprücük kemiği olduğu düşünülen 5 milyon yıllık bir kemik parçasının, aslında bir yunusun kaburga kemiğinin bir parçası olduğu anlaşıldı.79

Evrimcilerin kemik kalıntılarından yola çıkarak hem kendilerini hem de bilim dünyasını aldattıklarına dair daha pek çok örnek vardır:

  • 1922 yılında bulunan bir yaban domuzu dişi, yıllarca bilim dünyasına "Nebraska Adamı" olarak tanıtılmıştır...
  • Coelacanth sınıfına ait balıklar, 1938'de ilk canlı örnekleri bulununcaya kadar, "sudan karaya geçmekte olan ara form" olarak tanıtılmış, ama canlı örnekleri bulunduğunda balığın hiçbir ara form özelliği taşımadığı görülmüştür...
  • Ramapithecus uzun yıllar boyunca insan ile sözde maymunsu ataları arasındaki en önemli ara form olarak gösterilmiş, ama 1980'lerdeki yeni bulgular üzerine evrimciler bu canlının günümüz maymunlarına çok benzeyen ve insanla hiç ilgisi bulunmayan bir maymun türü olduğunu kabul etmiştir...

Hürriyet'teki haberde sözü edilen çene kemikleri hakkında yapılan evrimci yorumlar da, üstteki evrimci yanılgılar gibi temelsiz ve hayalidir. Evrimci bilim adamları, kendilerini teorilerine körü körüne inandırdıkları için, rastladıkları en ufak bir fosil parçasından cesaret bularak tamamen hayali senaryolar yazmakta, bazı medya kuruluşları da bunları dünyaya "evrimin yeni bir kanıtı bulundu" gibi tamamen aldatıcı bir üslupla sunmaktadırlar.

Oysa gerçek bu gibi yalanlarla gizlenemeyecek kadar açıktır. Darwin'in "eğer teorim doğruysa sayısız ara form bulunmalı" diyerek sözünü ettiği ara formlardan eser yoktur. Yani Darwin'in teorisi tamamen yanlıştır. Canlılar evrimleşerek ortaya çıkmamışlardır.Evreni ve içindeki tüm canlıları Allah kusursuzca yoktan var etmiştir.

Yaşayan Fosil: Coelacanth

Evrimciler uzun yıllar boyunca Coelacanth'ın fosilini kullanarak, bu balığı sudan karaya geçişte ara form gibi göstermeye çalışmışlardır. Ancak geçtiğimiz yüzyılın başlarından itibaren defalarca bulunan canlı Coelacanthlar (üstte solda) evrimcilerin iddialarının hepsinin bir aldatmaca olduğunu kanıtlamıştır.

Üstte Coelacanth'ın günümüzdeki hali yanda ise 410 milyon yıllık fosili görülmektedir.

Evrimciler canlısı bulunana kadar bu balığı "tüm kara canlılarının atası" gibi göstermeye çalışmışlardır. Ancak canlı Coelacanthlar üzerinde yapılan incelemeler sonucunda bu balıkların evrimcilerin hayal ettiklerinden çok farklı özelliklere sahip oldukları açığa çıkmıştır. İddia edilenin aksine bu balıkların ne ilkel bir akciğere, ne de büyük bir beyne sahip oldukları görülmüştür. Evrimcilerin ilkel akciğer dedikleri yapı, bir yağ kesesinden başka bir şey değildir. Bu konuyla ilgili olarak Der Spiegel dergisinin 01 Aralık 2000 sayısında yayınlanmış olan bir haberin başlığı şöyledir:

İlk olarak 1938 yılında Kuzey Afrika'nın doğu kıyılarında yakalanan Coelacanth görülmektedir.

"Yaşayan Fosil: Dalgıçlar Tarih Öncesi Balığa Çarptılar"

Haberde özetle şu bilgiler yer almaktadır: "Hint Okyanusu'nda bir Coelacanth kolonisine rastlandı. Kuzey Afrikalı dalgıçlar tarafından bulunan bu balıklar yaklaşık 100 m. derinde koloni halinde yaşıyorlar. Uzun süre nesli tükenmiş olarak bahsedilen bu balık örneğin 1938'de Kuzey Afrika'nın doğu kıyılarında bir balıkçının ağına takılmıştı. Daha sonra 1952'de Komor Adaları Anjuan'da tekrar bir Coelacanth yakalandı. İlerleyen yıllarda başka bölgelerde de 200'den fazla Coelacanth yakalandı."

Coelacanth örneği evrimcilerin iddialarının dayanaksızlığının anlaşılması bakımından son derece önemli bir delildir.

Hürriyet Gazetesinden Amatör
Bir Evrim Propagandası

Hürriyet gazetesinin 5 Mayıs 2000 tarihli nüshasında, "Bütün Bebekler Aynı Dili Konuşuyor" başlıklı bir haber yayınlandı. Haber, birbirine sarılmış küçük bir bebek ve yavru bir gorilin resmi ile birlikte verilmişti. Resmi görenler, haberin içeriğinde de gorillerle insanlar arasında bir yakınlık olduğunu zannederek yazıyı okumaya başladılar. Ancak haberde bir kez bile gorillerden veya herhangi başka bir hayvandan söz edilmiyordu.

Hayali çizimler, yazının içeriği ile ilgisi olmayan abartılı başlıklar, bilimsel havası vermeye çalışan Latince isimler... Bunlar evrimcilerin bilimsel olarak kanıtlayamadıkları evrim teorisini telkinle halka kabul ettirmeye yönelik kullandıkları taktiklerden birkaçıdır. Örneğin yandaki hayali resimde insanın maymundan evrimleştiği telkini verilmeye çalışılmaktadır. Ancak bu iddianın hiçbir bilimsel delili yoktur. Aksine fosil kayıtları insanın milyonlarca yıldır insan olduğunu kanıtlar.

Haberin konusu, dünyanın her yerinde bebeklerin konuşmaya başlamadan evvel aynı sesleri çıkartmaları hakkında yapılan bir araştırmaydı. Resmin yanında yeralan yazıda ise, "iki bebeğin muhteşem iletişimi" ifadeleri kullanılıyor ve Zuri isimli goril yavrusunun "bir başka primatta" yani insan yavrusunda sevgiyi aradığı söyleniyordu! Haberin içeriği ile hiçbir bağlantısı olmayan bu ifadeler ve resim ise elbetteki rastgele seçilmemişti. Amaç, her ne vesile ile olursa olsun evrim propagandasıydı.

Bilinçaltına Yönelik Propaganda

Dil bilimci Noam Chomsky, insanın doğum öncesinde konuşma için "programlanmış" olduğunu söylemektedir.

Dikkat edilirse, bu haberde son derece gizli, insanların bilinçaltlarına etki etmeye çalışan bir telkin söz konusudur. Haberin içeriğinde evrimle ilgili hiçbir bilgi olmamasına ve tamamen farklı bir konuda bilgi verilmesine rağmen, kullanılan resim ve resmin yanında yapılan yorumlarla insanların bilinçaltlarına evrimin gerçek olduğu yönünde telkin verilmiştir. Resmin yanındaki yazıda ise goril yavrusu için "sıcaklığı başka bir primatta, insan yavrusunda arıyor" gibi bir izah yapılmış ve bu ifadelerle insanlarla gorillerin sözde aynı atadan evrimleşen canlılar oldukları gibi bir telkinde bulunulmuştur.

Oysa insanla gorilin ortak bir atadan evrimleştiklerine dair tek bir bilimsel delil yoktur. Evrim teorisinin hiçbir iddiasını destekleyen bilimsel bir delil yoktur. İşte bu yüzden evrim yanlısı dergilerde, gazetelerde sık sık evrimi hatırlatan resimler, illüstrasyonlar kullanılarak insanların bilinç altlarında, evrimin bilimsel bir gerçek olduğuna dair bir kanı oluşturulmaya çalışılmaktadır. (Detaylı bilgi için bkz. Harun Yahya'nın Evrim Aldatmacası ve Evrimcilerin Yanılgıları isimli kitapları)

Yaratılışın Bir Delili Daha

Öte yandan Hürriyet'te yer alan ve dünyanın her yerinde bebeklerin konuşmaya başlamadan evvel aynı sesleri çıkarttıklarına dair bilginin, gerçekte yaratılışı destekleyen bir delil olduğunu da belirtmek gerekir. Dilin kökeni konusunda iki farklı görüş vardır. Birinci görüş, insanın doğduğunda tamamen "boş" bir zihinle doğduğu ve konuşmayı sadece çevresinden görüp öğrendiği şeklindedir. Oysa dil bilimci Noam Chomsky, bilimsel verilerle, istatistik ve gözlemlerle ortaya çok farklı bir sonuç koymuştur. Buna göre insan "boş" bir zihinle doğmamaktadır. İnsan zihninde, dil öğrenmeye ve konuşmaya yönelik özel bir eğilim bulunmaktadır. Bu özel eğilimin nedeni ise, insanın önceden "programlanmış" olması, yani özel bir yaratılışa sahip olmasıdır.80

İşte Hürriyet'teki haber, gerçekte bu ikinci görüşü destekleyen yeni bir bilimsel delildir. Dünya üzerindeki tüm bebeklerin ortak sesler çıkarmaları, hepsinin, konuşmaya, söz söylemeye yönelik özel bir ilhamla doğduklarını göstermektedir.

Elbette insanın, doğadaki diğer canlıların hiçbirinde olmayan bu farklı özellikle yaratılmış olması, Allah'ın bir ilmidir. Nitekim Kuran'da "Herşeye nutku verip-konuşturan Allah"tır (Fussilet Suresi, 21) diye bildirilmektedir.

Prof. Dr. Aslı Tolun'un Evrim Teorisi Hakkındaki Önemli Yanılgıları

Sayın Prof. Dr. Aslı Tolun'un, 2 Temmuz 2000 tarihinde Hürriyet Gazetesi'nin Pazar ekinde yayınlanan röportajında ve aynı günün gecesi telefon bağlantısı ile katıldığı Kanal 7 televizyonunda yayınlanan "Siyah Beyaz" isimli programda, İnsan Genomu Projesi hakkında yaptığı açıklamalarda birçok bilimsel yanılgı bulunmaktadır. Kendisi ülkemizin saygın profesörlerinden biri olduğu için, yorumlarındaki önemli yanılgıların ve bilgi hatalarının düzeltilmesi gerektiği kanaatindeyiz.

Sayın Prof. Tolun'un Evrim Teorisini İspatlanmış
Bilimsel Bir Gerçek Sanma Yanılgısı

Jacques Monod

"Siyah Beyaz" programına konuk olarak katılan iki değerli bilim adamının, evrim teorisinin kesinlikle bilimsel bir teori olmadığına dair açıklamalarına ve gösterdikleri bazı delillere karşılık olarak, Prof. Tolun, programa telefonla bağlanmış ve evrim teorisinin kesinlikle tartışmaya açık olmadığını, ispatlanmış bilimsel bir gerçek olduğunu öne sürmüştür.

Öncelikle şunu belirtmemiz gerekir ki, evrim teorisinin "tartışmaya açık olmayan kesin olarak bilimsel açıdan ispatlanmış bir teori" olduğu iddiasını, günümüzde dünyanın en önde gelen, en ateşli evrim otoriteleri dahi ileri sürememektedir. Sn. Tolun'un bu konuda bu kadar emin ve kesin konuşabilmesinin nedeni, muhtemelen güncel gelişmeleri ve bu konuda dünya çapındaki literatürü detaylı olarak takip edememesinden ve 1960'ların 70'lerin bilgilerini kullanarak görüş bildiriyor olmasındandır. Çünkü eğer evrim teorisi ile ilgili gelişmeleri yakından takip ediyor olsaydı, teorinin "ispatlanmış gerçek" olduğu yanılgısına düşmezdi.

Günümüzde, ilgili hiçbir bilim dalında, evrim teorisine delil oluşturabilecek bir bulgu veya deney bulunmamaktadır. Örneğin evrim teorisinin canlıların birbirlerinden türediklerini gösteren bir tane bile ara geçiş formu yoktur. Bugüne kadar evrimcilerin delil gibi sundukları sözde ara geçiş formlarının her birinin geçersizliği teker teker anlaşılmıştır.

Sayın Tolun'un uzmanlık alanı olan genetik konusu ise evrim teorisi için başlı başına bir muamma ve çıkmazdır. Hayatın tesadüfler sonucunda meydana geldiğini iddia eden evrimciler, bu konuda hiçbir bilimsel açıklama getirememektedirler. Nitekim bunu en ateşli evrim savunucuları dahi bu şekilde itiraf etmektedirler. Örneğin Nobel ödülü sahibi evrimci J. Monod, "Tek hücreli basit hayatın evrimle oluşma ihtimali sıfırdır" diyerek bu itirafı yapmıştır.81

Paris Üniversitesi'nden Schutzenberger ve diğer bilim adamları ise evrim teorisinin karşı karşıya olduğu matematiksel olasılık problemleri ile ilgili bir konferansta şöyle demişlerdir:

Sonuç olarak, neo-Darwinist evrim teorisinde çok büyük bir boşluk olduğuna ve bu boşluğun, mevcut biyolojik bakış açısı ile doldurulamaz olduğuna inanıyoruz.82

(Burada yer verdiklerimiz evrimcilerin itiraflarından yalnızca bir kaçıdır. Bu konudaki detaylı bilgiye Harun Yahya, Evrimcilerin İtirafları isimli kitaptan ulaşabilirsiniz.)

Nitekim Sayın Tolun da, konunun uzmanı olmasına rağmen, canlılığın nasıl evrim sürecinde oluştuğuna dair televizyon programı esnasında da hiçbir açıklama getirememiş, ilgisiz konuları tekrar ederek, konuyu cevapsız bırakmıştır. Bir bilim adamı olarak Sayın Tolun da çok iyi bilmektedir ki, bir teori için birkaç bilim adamının ağız birliği ederek "bu teori kesin bir gerçektir" demeleri yeterli değildir. Bunun için bilimsel delillere, gözlem ve deneylere ihtiyaç vardır.

Sayın Tolun'un, Genetik Benzerliklerin Evrimin
Delili Olduğunu Belirtmesi Önemli Bir Yanılgıdır

Aslında Sn. Tolun'un da çok iyi bildiği gibi genetik benzerlikler evrime delil oluşturamaz. Canlıların genetik yapılarında benzerlikler olduğu doğrudur ve bu çok doğaldır. Sonuçta canlılığı oluşturan malzeme aynıdır. Ancak bunun canlılar arasında sözde evrimsel bir akrabalık olduğuna dair delil olduğunu söylemek çok büyük bir yanılgıdır; özellikle de bir genetik bilimci açısından. Çünkü, birbirinden çok farklı türler arasında dahi, büyük genetik benzerlik mevcuttur. Genetik benzerliğin evrimin delili olamayacağı ile ilgili detayları "Sayın Yalçın Doğan'ın Darwinizm Hakkındaki Yanılgıları" başlıklı konuda bulabilirsiniz.

Sayın Tolun'un Tesadüflerin Kusursuz Bir Yapıya
Sahip Canlıları Oluşturduğuna İnanma Yanılgısı

Sayın Tolun, Hürriyet Gazetesi'ndeki röportajında şu açıklamalara yer vermiştir:

Evrim aşamasında belli bir şekilde oluştuk, buna fazla müdahale edilemez, çünkü sistemimiz kaldırmaz. Ama belli bir dokuya gen eklemek mümkün…
… Diyelim ki, domuzun eti çok yağlı, bu nedenle sağlığa zararlı. Eti az yağlı bir domuz üretilirse insan sağlığı için çok yararlı bir iş yapmış olacaklardı. Hayvanı değiştirmeye çalıştılar. Domuzlardaki çalışmalar başarısız oldu. Yağsız et üretmeye çalışırken başka hastalıklar çıktı. Çünkü her organizma, insanlar da dahil, evrim sürecinde belli bir yolda ilerlemiş. Üç metrelik bir insan yaratmak istediğinizde bu kez dolaşım sistemi yetmeyecek buna. O nedenle bence çok da kolay değil insanı değiştirmek. İnsan için bunu yaparlar mı? Bilmiyorum. Bu da hangi amaçla yapılır onu da bilmiyorum. Ama insanla pek oynanmayacağını sanıyorum.

Prof. Dr. Aslı Tolun

Sayın Tolun'un da sözlerinde belirttiği gibi, her canlı son derece kompleks ve hassas bir dengeye sahiptir ve her canlı kusursuzca inşa edilmiştir. Böyle kusursuz, kompleks ve hassas bir yapının tesadüfen meydana gelen mutasyonlar ve doğal seleksiyon gibi bilinçsiz bir mekanizma tarafından oluşturulması ise kesinlikle imkansızdır.

En azından Sn. Tolun, kendisinin çok yakından tanıdığı DNA'nın tesadüfler sonucunda nasıl oluşabileceği üzerinde düşünebilir. DNA gibi gözle görülemeyecek bir yerde, milyarlarca bilgiyi barındıran bir yapının tesadüfen oluşması kesinlikle imkansızdır. DNA'da bulunan bilginin 500'er sayfalık 900 ciltten oluşan bir ansiklopedideki bilgilerle eşit olduğu hesaplanmaktadır. En basit canlılar olarak kabul edilen tek hücrelilerin dahi genetik bilgisi olağanüstü derecede detaylıdır.

Peki bu genetik bilgi nasıl oluşmuştur? Bu bilginin, nükleotidlerin (yani DNA basamaklarının) tesadüfen dizilmesiyle oluşmasının imkansızlığı çok açıktır. Evrimci Fransız bilim adamı Paul Auger şöyle demektedir:

Rastgele kimyasal olaylar sayesinde nükleotidler gibi karmaşık moleküllerin ortaya çıkışı konusunda bence iki aşamayı net bir biçimde birbirinden ayırmamız gerekir; tek tek nükleotidlerin üretilmesi -ki bu belki mümkün olabilir- ve bunların çok özel seriler halinde birbirine bağlanmaları. İşte bu ikincisi, olanaksızdır.83

DNA molekülü

Uzun yıllar moleküler evrim teorisini savunan Francis Crick bile DNA'yı keşfettikten sonra, böylesine kompleks bir molekülün tesadüfen, kendi kendine, bir evrim süreci sonucunda oluşamayacağını itiraf etmiş ve şöyle demiştir: "Bugünkü mevcut bilgilerin ışığında dürüst bir adam ancak şunu söyleyebilir: Bir anlamda hayat mucizevi bir şekilde ortaya çıkmıştır."84

Evrimci biyolog Prof. Dr. Ali Demirsoy da, DNA'nın kökeni hakkında şu itirafı yapmak zorunda kalır: "Bir proteinin ve çekirdek asitinin (DNA-RNA) oluşma şansı tahminlerin çok ötesinde bir olasılıktır. Hatta belirli bir protein zincirinin ortaya çıkma şansı astronomik denecek kadar azdır."85

Bu noktada çok ilginç bir paradoks daha vardır: DNA, yalnız protein yapısındaki bir takım enzimlerin yardımı ile eşlenebilir. Ama bu enzimlerin sentezi de ancak DNA'daki bilgiler doğrultusunda gerçekleşir. Birbirine bağımlı olduklarından, eşlemenin meydana gelebilmesi için ikisinin de aynı anda var olmaları gerekir. Hayatın kökeni araştırmalarının tanınmış bir ismi olan John Horgan bu ikilemi şöyle açıklar:

DNA, katalitik proteinlerin ve enzimlerin yardımı olamadan yaptığı işi, yeni DNA üretmek de dahil olmak üzere, yapamaz. Kısacası DNA olmadan proteinler var olmaz, ama DNA da proteinler olmadığı durumda oluşmaz.86

Evrim teorisinin savunucularından Jacques Monod da konuyu şu şekilde açıklamaktadır:

Şifre (DNA ya da RNA'daki bilgi), aktarılmadıkça anlamsızdır. Günümüz hücresindeki şifre aktarma mekanizması en az 50 makromoleküler parçadan oluşmaktadır ki, bunların kendileri de DNA'da kodludurlar. Şifre bu birimler olmadan aktarılamaz. Bu döngünün kapanması ne zaman ve nasıl gerçekleşti? Bunun hayali bile aşırı derecede zordur.87

Bu durum, canlılığın rastlantılarla oluşması senaryosu bir kez daha çökertmektedir. Amerikalı biyokimyacı Jacobson, bu konuda şöyle der:

İlk canlının ortaya çıktığı zaman, üreme planlarının, çevreden madde ve enerji sağlamanın, büyüme sırasının, bilgileri büyümeye çevirecek mekanizmaların tamamına ait emirlerin o anda ve birarada bulunmaları gerekmektedir. Bunların hepsinin kombinasyonu tesadüfen gerçekleşemez.88

Yukarıdaki ifadeler, James Watson ve Francis Crick tarafından DNA'nın yapısının aydınlatılmasından iki yıl sonra yazılmıştı. Ancak bilimdeki tüm gelişmelere rağmen, bu sorun evrimciler için hala çözümsüz olmaya devam etmektedir. Bu nedenle Alman biyokimyacı Hofstadter şöyle demektedir:

Nasıl oldu da genetik bilgi, onu yorumlayan mekanizmalarla (ribozomlar ve RNA molekülleri ile) birlikte ortaya çıktı? Bu soru karşısında kendimizi bir cevapla değil, hayranlık ve şaşkınlık duyguları ile tatmin etmemiz gerekiyor.89

DNA eşlemesi sırasında (a) DNA polimeraz kompleksi adındaki enzimler ana DNA çift sarmalını bir fermuar gibi açar ve her iki zinciri de kopyalar. Kopyalardan biri örnek olarak kullanılır: polimeraz kompleksi mesajcı RNA ile başlayan küçük bir parça sentezler (1). Bundan sonra ikinci küçük parçaya geçer (2). Polimeraz ikinci bölümü bitirir bitirmez, mesajcı RNA aradan çıkar ve iki parça DNA ile birleştirilir.

RNA sarmalı

San Diego California Üniversitesi'nden Stanley Miller'in ve Francis Crick'in çalışma arkadaşı olan evrimci Dr. Leslie Orgel ise, 1994 tarihli bir makalesinde aynı gerçek karşısında şöyle demektedir:

Son derece kompleks yapılara sahip olan proteinlerin ve nükleik asitlerin (RNA ve DNA) aynı yerde ve aynı zamanda rastlantısal olarak oluşmaları aşırı derecede ihtimal dışıdır. Ama bunların birisi olmadan diğerini elde etmek de mümkün değildir. Dolayısıyla insan, yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının asla mümkün olmadığı sonucuna varmak zorunda kalmaktadır.90

Dr. Leslie Orgel

"Yaşamın kimyasal yollarla ortaya çıkmasının imkansız olması" demek, "yaşamın tesadüfen ortaya çıkması imkansız" demektir. Dolayısıyla yaşamın kökenini tesadüfle açıklamaya kalkan evrim teorisi, daha bu ilk noktada çökmektedir.

Yaşamın kökeni tesadüf olmadığına göre, bilim açıkça göstermektedir ki, yaşam bilinçli bir şekilde yaratılmıştır. Yalnızca ilk canlılık değil, yeryüzündeki tüm farklı canlı sınıflamaları ayrı ayrı yaratılmışlardır. Nitekim fosil kayıtları bu hususu doğrulamakta, tüm türlerin yeryüzünde bir anda ve özgün yapılarıyla ortaya çıktıklarını, arkalarında hiçbir evrim süreci olmadan yaratıldıklarını göstermektedir.

Dolayısıyla Sayın Tolun'un telaffuz ettiği "evrim aşamasında bir şekilde oluştuk" şeklindeki iddia, bilime aykırı bir yanılgı ve batıl inanıştır. Ne insan ne de bir başka canlı "evrim aşamasında bir şekilde" oluşmamış, hepsini Allah yoktan yaratmıştır.

Sonuç

Bir mağaraya girdiğinde, içeride bir kitap bulan insan ne düşünür? Elbette ki kendisinden önce bu mağaraya giren ve kitabı bırakan birilerinin olduğunu anlar. Hiçbir zaman için aklına bu kitabın mağarada zaman içinde kendi kendine oluştuğu gibi bir ihtimal gelmez. Böyle bir düşüncenin mantıklı olmayacağını her insan bilir. Ancak canlıların genetik bilgisinin rastlantılarla oluştuğunu düşünen ve bunu ısrarla savunan evrimcilerin iddiaları bundan farklı değildir.

Sonuç olarak, DNA'nın tesadüfen oluştuğuna inananlara aşağıdaki soruları soralım:

Bir dağ başındaki mağaraya girdiğinde, 500 sayfalık bir tarih kitabını bulan bir adamın, bu kitabın bir yazarı olamayacağını, kitabın bu mağarada yağmurların, rutubetin, fırtınaların, yıldırımların etkisiyle oluştuğunu iddia etmesi mantıklı mıdır?

Bir hurda yığınına isabet eden kasırganın savurduğu parçalarla tesadüfen bir Boeing 747 uçağının oluştuğunu iddia eden bir adam ne derece inandırıcıdır? (Bu örnek, İngiliz matematikçi ve astronom Sir Fred Hoyle'un, 12 Kasım 1981'de Nature dergisine verdiği bir demeçte, hücrenin tesadüfen oluşmasının imkansızlığını anlatmak için verdiği bir benzetmedir.)

Fred Hoyle

Bir basımevinde meydana gelen patlama sonucunda şans eseri bir ansiklopedinin "bir şekilde" basılıvermiş olduğuna inanan kişinin akıl sağlığından şüphe edilmez mi?

Bu şekilde daha pek çok örnek sıralayabiliriz. Burada anlaşılması gereken özetle şudur: Tesadüfün kusursuz bir yapıya sahip DNA'yı oluşturduğuna inanan insan yukarıdakilere de inanmak zorundadır çünkü DNA'nın tesadüfen oluşması yukarıda saydıklarımızdan çok daha zordur. Madem Sn. Tolun, cansız maddelerin tesadüfler sonucunda canlılığı meydana getirdiğini düşünüyor; öyle ise bir deney düzenlediğimizi farz edelim ve kendisine soralım:


Fred Hoyle hücrenin tesadüfen oluşamayacağını vurgulamak için şöyle bir örnek vermiştir: Bir hurda yığınına isabet eden kasırganın savurduğu parçalar tesadüfen biraraya gelerek Boeing 747 uçağı oluşturamazlar. Aynı şekilde hücrenin de tesadüflerle ortaya çıkması imkansızdır.

Tüm evrimci bilim adamları bir araya gelerek, bir varilin içine, canlılık için gerekli gördükleri tüm atomları doldursunlar. Hatta onlara, bu varilin içine canlılık için gerekli olan aminoasitleri de eklemelerine izin verilsin. Daha da ileri gidilsin ve evrimciler istedikleri malzemeyi bu varile koymakta serbest olsunlar. Hatta, uzaydan dahi istediklerini getirtip bu varile koyabilsinler. Sonra bu varili ister ısıtsınlar, ister üzerine yıldırımları göndersinler, istedikleri kadar elektrik şoku versinler. Kısacası bu deneyde her istediklerini yapabilsinler. Zaman problemleri de olmasın, nöbeti birbirlerine devrederek, varilin başında milyarlarca yıl beklesinler. Acaba bu varilin içinden, bütün evrimci bilim adamları biraraya gelerek, tek bir canlı hücreyi çıkartabilirler mi? Veya bu varilden, tavşanları, kedileri, ceylanları, gülleri, orkideleri, çam ağaçlarını, begonyaları, karpuzu, çileği, palmiye ağaçlarını, kuş kanatlarını, sincapları, tavuskuşlarını, kuğuları, genetik yapısını inceleyen profesörleri, Mozart gibi bestekarları, Leonardo Da Vinci gibi ressamları çıkartabilirler mi?

Kuşkusuz, bu sorulara "evet" yanıtını vermekle evrim teorisine inanmak aynı şeydir. Çok az da olsun düşünmek, tutucu davranmamak ve gerçeklerden kaçmamak bu açık gerçeğin görülmesini sağlayacaktır.

"Bugünkü mevcut bilgilerin ışığında dürüst bir adam ancak şunu söyleyebilir: Bir anlamda hayat mucizevi bir şekilde ortaya çıkmıştır." Francis Crick
(DNA'nın yapısını keşfeden bilim adamı)

Darwinizm'i Kabul Etmenin İlericilik,
Reddetmenin ise Gericilik Olduğunu
Sanma Yanılgısı

Ağustos 2000 tarihli Hürriyet Gazetesinin 28. sayfasında "İkinci Raunt Darwin'in" başlıklı bir haber yayınlandı. Bu haberde, geçen yıl Amerika Birleşik Devletleri'nin Kansas Eyaleti Eğitim Kurulu'nun, okul müfredatından Darwin'in evrim teorisini çıkarttığı, bu seneki kurulun ise teoriyi tekrar müfredata eklediği konu edilmişti.

Darwinizm, 19. yüzyılın ilkel bilim düzeyi içinde doğmuş ve kabul görmüş bir düşüncedir. Doğa hakkında çok kısıtlı bir bilgiye sahip olan Darwin ve yandaşları, canlılığın basit bir yapıya sahip olduğu varsayımı ile hareket etmişlerdir. Günümüz bilimi, bunun ne kadar büyük bir yanılgı olduğunu göstermektedir.

Ancak, Hürriyet gazetesi bu haberi aktarırken önemli bir yanılgı sergilemiştir. Haberde, evrim teorisini müfredattan kaldıranlar ve Yaratılışı savunanlar muhafazakar, evrim teorisini savunanlar ise ilerici olarak tanımlanmıştır. Okuyucunun dikkatini bu önemli yanılgıya çekmenin gerekli olduğunu düşünüyoruz.
Din ahlakına karşı olan bazı çevrelerin, insanlara dinsizliği empoze etmek için en sık kullandıkları yöntemlerden biri, dini sözde gerici, yobaz, tutucu, bilim düşmanı bir inanç olarak göstermeye çalışırken, din ahlakına uygun olmayan düşünceleri kendilerince ilericiliğin, aydın ve modern olmanın bir göstergesi olarak sunmalarıdır. Bu büyük bir aldatmacadır. Bu aldatmacada ise en önemli rol 1800'lü yıllarda ortaya atılan Darwinizm'e aittir. Evrim teorisine getirdiği eleştiriler ve bu konuda yazdığı kitaplarla dünya çapında tanınan Philip Johnson bu aldatmacayı şöyle ifade eder:

Modern bilimin liderleri, kendilerini 'dini fundamentalistlere' -yani bir Yaratıcı'nın var olduğunu ve bu dünyadaki olaylarda rol oynadığını kabul edenlere- karşı girişilen bir savaşın öncüleri olarak görmekteler… Darwinizm ise, 'fundamentalizme' karşı girişilen bu savaşta yeri doldurulamaz bir ideolojik rol oynamaktadır. İşte bu nedenle, bugün bilim çevreleri, Darwinizm'i test etmeyi değil, ne olursa olsun korumayı kendilerine amaç edinmişlerdir. Bilimsel araştırmaların kuralları da, bu ideolojiyi doğrulayacak şekilde belirlenmektedir.91

Johnson'ın da belirttiği gibi, Darwinizm'e inananlar bilimsel gerçekler nedeniyle değil, dinin reddedilmesi gerektiğine kendilerini şartlandırdıkları için Darwinizm'i sahiplenirler. Ve kendilerine evrimi geçersiz kılan ne kadar çok bilimsel gerçek gösterilirse gösterilsin aksine ikna olmazlar. İşte bu nedenledir ki, asıl tutucu, yobaz, gerici olan evrim teorisine körü körüne inanan bu çevrelerdir.

Sümer efsanelerinin 1800'lü yıllarda tekrar gündeme getirilmesiyle ortaya atılan Darwinizm, 19. yüzyılın ilkel bilim anlayışı içinde bir yer edinebilmişti. Ne var ki, 20. yüzyılın özellikle ikinci yarısında meydana gelen bilimsel gelişmeler, evrim teorisinin kesinlikle yanlış olduğunu yüzlerce delil ile ortaya koydu. Günümüzde ise evrimcilerin ne paleontoloji, ne mikrobiyoloji, ne anatomi, ne jeoloji ne de ilgili diğer bilim dallarında evrimin doğru olduğuna dair gösterebilecekleri tek bir delili dahi bulunmamaktadır. Bugüne kadar evrimin ispatı olarak öne sürdükleri deliller ya sahte çıkmış, ya da gelişen bilim ile geçersizlikleri anlaşılmıştır. Ancak, evrimciler bunlara rağmen evrimden vazgeçmemektedirler. Bunun nedeni yukarıda da belirtildiği gibi evrim teorisinin bilimsel değil ideolojik bir anlamının olmasıdır; bu anlam ise evrimin ateizme ve materyalizme sahte bir bilimsel açıklama getirmesidir.

Bugün Dünyada Birçok Saygın Bilim Adamının Evrim Teorisini Reddetiğini Biliyor Musunuz?

(soldan sağa) 1. Lehigh Üniversitesi Biyoloji profesörü Michael Behe: "Evren ve canlılık amaçlanmıştır" diyerek evrime karşı çıkar.1

2. New Orleans Üniversitesi, Kimya profesörü Edward Boudreaux: "İçinde yaşadığımız dünya ve bu dünyanın kanunları, insanların yaşamalarına en uygun biçimde Allah tarafından yaratılmıştır." demektedir.2

3. Whitewort Üniversitesi Felsefe profesörü Steven Meyer, hücrenin tesadüfen oluşamayacak kadar kompleks olduğunu söyleyen inançlı bir bilim adamıdır.3

4. Berkeley Ünv. Moleküler ve Hücre Biyolojisi profesörü Jonathan Wells, bilimdeki son gelişmelerin canlıların yaratılmış olduklarını gösterdiği savunur.4

 

1- Michael J. Behe, Darwin's Black Box, s.196

2- BAV, "Evrim Teorisinin Çöküşü: Yaratılış Gerçeği", konferansı, 5.7.98

3- Mere Creation: Reclaiming the Book of Nature-Conference on Design and Origins, Biola University, Nov. 14-17. 1996

4- William Dembski, Mere Creation, Science, Faith & İntelligent Design, s.462

Günümüzde bilim tarafından reddedilen bir teoriyi sahiplenmenin ilericilik değil, gericilik ve bağnazlık olduğu açıktır. Nitekim 21. yüzyıla girerken son derece iç açıcı ve ümit verici gelişmeler yaşanmıştır ve dünyanın dört bir köşesinde Darwinizm'in bu büyüsünden kurtulan insanların ve özellikle bilim adamlarının sayısında büyük bir artış gözlemlenmiştir. Bugün dünyanın dört bir yanında evrim teorisinin geçersizliği anlatılmaktadır.

Nitekim Hürriyet gazetesinin söz konusu haberinde kendilerince "içaçıcı olmayan sonuçlar" olarak verdiği anket sonuçlarında ise, durum açıkça görülmektedir. İnsanların büyük bölümü evrim teorisi konusunda bilinçlenmiş ve gerçekleri görmeye başlamıştır. Ancak, 1800'lü yılların cehaleti içinde oluşturulan bilim dışı safsatalara takılıp kalanlar, gelişmeleri yakalayamayanlar gerçeklerden habersiz kalmakta veya gerçekleri kasıtlı olarak görmezden gelerek yaşamaya devam etmektedirler. Fakat, Hürriyet gazetesi gibi, geniş bir kitleye hitap eden bir gazetenin, "ilerici", "aydın" ve "gelişmeleri izleyebilen" bir çizgiden uzaklaşmaması gerektiğini düşünüyoruz.

DİPNOTLAR

71- E. L.Simons, Annals New York Academy of Sciences, Vol. 167, 1969, s.319

72- A. S. Romer, Vertebrate Paleontology, 3rd Ed., Chicago: Univ. of Chicago Press, 1966, s. 218

73- Boyce Rensberger, The Washington Post, 19 Kasım 1984

74- Marvin Lubenow, Bones of Contention, Grand Rapids, Baker, 1992, s. 83

75- Richard Leakey, The Making of Mankind, London: Sphere Books, 1981, s. 110

76- Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, London: W. W. Norton 1986, s. 229

77- Jerry Bergman, Some Biological Problems With The Natural Selection Theory, CRS Quarterly, Volume 29, Number 3, Aralık 1992

78- Richard Leakey - Roger Lewin, "Göl İnsanları - Evrim Sürecinden Bir Kesit", TÜBİTAK, 2. Basım, Ankara, s.36

79- Dr. Tim White, New Scientist, 28 Nisan 1983, s. 199

80- Noam Chomsky, Language and Responsibility, sf.60

81- W.R. Bird, "The Origin of Species Revisited", Nashville, 1991, s. 301

82- Schutzenberger, Algorithms and the Neo-Darwinian Theory of Evolution, in Mathematical Challenges to the Neo-Darwinian Interpretation of Evolution, s.73-75

83- Paul Auger, De La Physique Theorique a la Biologie, 1970, s. 118

84- Francis Crick, Life Itself: It's Origin and Nature, New York, Simon & Schuster, 1981, s. 88

85- Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara: Meteksan Yayınları, 1984, s. 39

86- John Horgan, "In the Beginning", Scientific American, Cilt 264, Şubat 1991, s. 119

87- Jacques Monod, Chance and Necessity, New York: 1971, s.143

88- Homer Jacobson, "Information, Reproduction and the Origin of Life", American Scientist, Ocak 1955, s.121

89- Douglas R. Hofstadter, Gödel, Escher, Bach: An Eternal Golden Braid, New York:Vintage Books, 1980, s. 548

90- Leslie E. Orgel, "The Origin of Life on Earth", Scientific American, Cilt 271, Ekim 1994, s. 78

91- Philip Johnson, Darwin on Trial, 2.b. Illinois: Intervarsity Press, 1993, s. 155

7 / total 10
Harun Yahya'nın Evrimcilere Net Cevap 1 kitabını online okuyabilir, facebook, twitter gibi sosyal ağlarda paylaşabilir, bilgisayarınıza indirebilir, ödev ve tezlerinizde kullanabilir ve siteyi referans göstermek koşuluyla telif hakkı ödemeksizin site ve bloglarınızda yayınlayabilir ve kopyalayıp, çoğaltabilirsiniz.
Harun Yahya Etkiler | Basında Harun Yahya | Sunumlar | Ses kasetleri | İnteraktif CD'ler | Konferans setleri | Radyo programı / Piyesler | Broşürler| Site Hakkında | HarunYahya.net | Ana sayfanız yapın | Sık kullanılanlara ekle | RSS Servisi
Bu sitede yayınlanan tüm materyaller, Sayın Adnan Oktar’ı referans göstermek koşuluyla telif hakkı ödemeksizin kopyalanabilir ve çoğaltılabilir
© Sitemizde ve diğer tüm Harun Yahya eserlerinde yer alan Sayın Adnan Oktar’a ait şahsi fotoğrafların bütün yayın hakları Global Yayıncılık Ltd.Şti’ne aittir. Kısmen de olsa izinsiz kullanılamaz ve yayınlanamaz.
© 1994 Harun Yahya. www.harunyahya.org
page_top