< <
3 / total: 11

Bölüm 2. İslam Tarihinde Müslümanlar ve Kitap Ehli

İlk dönemlerinden itibaren İslam tarihini, İslam idaresi altındaki Hristiyan ve Musevilerin konumunu ve bu toplumların Müslümanlarla ilişkilerini tarafsız bir gözle inceleyen herkes açık bir gerçekle karşılaşacaktır: Kitap Ehli, İslam idaresi altında her zaman huzur ve güvenlik içinde yaşamıştır. Hatta, kimi zaman farklı dinlerden veya mezheplerden idarelerin altında zulüm gören Hristiyanlar ve Museviler, İslam topraklarına sığınmışlar ve aradıkları güveni Müslüman ülkelerde bulmuşlardır. Kitap Ehli'nin İslam topraklarında bu derece rahat ve huzurlu bir yaşam sürebilmelerinin en önemli nedeni ise, Müslümanların Kitap Ehli'ne karşı tavır ve tutumlarını Kuran ahlakına göre belirlemiş olmalarıdır.

… Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık.
Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır…
(Maide Suresi, 48)

Hz. Muhammed (sav)'in Şefkatli ve Sevgi Dolu Ahlakı Her Müslümana Örnek Olmalıdır

Peygamberimiz (sav)'in döneminde Arabistan'da birçok dinden, farklı kültürlerden ve anlayışlardan topluluklar bulunmaktaydı. Museviler, Hristiyanlar, Sabiiler, Mecusiler ve putperestler birlikte yaşamaktaydılar. Dahası aynı inancı benimsemelerine rağmen birbirlerine düşman olan pek çok farklı kabile vardı. Ancak Peygamberimiz (sav) hangi dinden ve kabileden olursa olsun herkese şefkatle, sabırla, merhametle ve sevgiyle yaklaştı ve insanları büyük bir sevecenlikle Allah inancına davet etti. Hz. Muhammed (sav)'in çevresindekilere gösterdiği bu güzel tavır Kuran'da şöyle bildirilmektedir:

Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar çevrenden dağılır giderlerdi. Öyleyse onları bağışla, onlar için bağışlanma dile… (Al-i İmran Suresi, 159)

Önceki bölümlerde de belirttiğimiz gibi, Kuran'da hiç kimseye İslam ahlakını benimsemesi için zorlama yapılamayacağı bildirilmektedir. Müslüman ancak Allah'ın dinini anlatmakla yükümlüdür. O kişinin hidayet bulması, iman etmesi ancak Allah'ın dilemesiyle olur. Hiç kimse bir diğerini iman etmesi, ibadette bulunması için zorlayamaz. Peygamberimiz (sav) Allah'ın bu emrine her zaman titizlikle uymuş, din ahlakının ancak kalben istendiği zaman yaşanabileceğini sıklıkla ifade etmiştir. Allah bir ayetinde Peygamberimiz (sav)'e çevresindekilere karşı nasıl davranması gerektiğini şöyle bildirmiştir:

Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver. (Kaf Suresi, 45)

Peygamberimiz (sav) ise bir sözünde "Şefkatli Haniflik (Hz. İbrahim (as)'ın dininden olanların vasfı) ile gönderildim, kim benim sünnetime muhalefet ederse, benden değildir."1 şeklinde buyurmuş, bir diğer sözünde ise müminlere "Ben merhamet edici ve barışçı olarak gönderildim..."2 şeklinde seslenmiştir. Peygamberimiz (sav)'in bu üstün ahlakı bir diğer sözünde şöyle ifade edilir:

Öfkelendiği zaman (nefsine hakim olup) yumuşaklıkla mukabele eden (karşılık veren) kimse, Allah'ın sevgisine nail olur (kavuşur)! 3

Peygamberimiz (sav)'in merhametli, şefkatli ve sevecen ahlakı ile ilgili daha pek çok hadis bulunmaktadır. Örneğin Peygamberimiz (sav) "İnsanlara merhamet etmeyen kimseye, Allah da merhamet etmez." 4 demiştir. Diğer sözleri şu şekildedir:

Merhamet edin, merhamet olunasınız. Af edin, af olunasınız. Yazık, laf ebesi olanlara. Yazık, günahlarına bilerek devam edip, istiğfar etmeyenlere.5

Allah refikdir (merhametli ve şefkatli), rıfkı (şefkat ve merhameti) sever ve rıfka mukabil (karşılık) verdiğini başka hiçbir şeyle vermez.6

Büyük İslam alimi İmam Gazali, hadis alimlerinden derlediği bilgiler ile Peygamber Efendimiz (sav)'in çevresindekilere karşı merhametli tutumunu ise şöyle özetlemiştir:

Öfkelenmekten son derece uzak ve bir şeye çabucak rıza gösterendi. İnsanlara karşı insanların en şefkatlisiydi. Öyle ya, insanların en hayırlısı insanlara hayrı dokunan, insanların en yararlısı da insanlara faydalı olandır.7

Peygamberimiz (sav)'in çevresindekileri din ahlakına bağlayan ve kalplerini imana ısındıran insan sevgisi, ince düşüncesi ve şefkati, tüm Müslümanların önemle üzerinde durmaları gereken bir ahlak üstünlüğüdür. Peygamberimiz (sav)'in bu tüm insanlığa örnek olan güzel özellikleri Tevbe Suresi'nde şöyle bildirilmektedir:

Andolsun size, içinizden sıkıntıya düşmeniz O'nun gücüne giden, size pek düşkün, müminlere şefkatli ve esirgeyici olan bir elçi gelmiştir. (Tevbe Suresi, 128)

Sevgi, şefkat, anlayış ve merhamet sahibi olmak, Allah'ın tüm insanlara örnek olarak gönderdiği elçilerinin ortak özellikleridir. Allah Kuran'da diğer peygamberlerin de "sevgi duyarlılığı" ile şereflendirildiklerini haber vermekte ve Katından hikmet verdiği Hz. Yahya (as)'ı bu konuda insanlara örnek göstermektedir. Ayette bu kutlu insan için "Katımız'dan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi." (Meryem Suresi, 13) şeklinde bildirilmektedir.

Dolayısıyla iman eden ve elçilerin yolunu izleyen Müslümanların, benimsemesi gereken ahlak da şefkat, merhamet ve sevgi üzerine bina edilmiş bir ahlak olmalıdır. İman edenler Allah'ın emri olan bu ahlakı gereği gibi yaşadıklarında, sorun gibi görünen pek çok konunun kolaylıkla çözüme kavuştuğunu, huzur ve güvenin yaygınlaştığını, bolluk ve bereketin hakim olduğunu göreceklerdir.

Hz. Muhammed (sav)'in Kitap Ehli'ne Karşı Örnek Tutumu

Müslümanların Kitap Ehli'ne karşı tutumlarında, her konuda olduğu gibi, en güzel örnek Peygamber Efendimiz (sav)'dir. Hz. Muhammed (sav), Musevilere ve Hristiyanlara karşı her zaman son derece sevecen, adil ve merhametli davranmış, İlahi dinlerin mensupları ile Müslümanlar arasında sevgi ve uzlaşmaya dayalı bir ortam oluşturulmasını istemiştir. Peygamberimiz (sav) döneminde ve sonrasında, Hristiyan ve Musevilerin kendi dinlerini diledikleri şekilde yaşamalarına izin verecek ve özerk cemaatler olarak varlıklarını devam ettirebilmelerini sağlayacak anlaşmalar yapılmış ve güvenceler verilmiştir. İslamiyet'in ilk yıllarında Mekkeli müşriklerin eziyet ve baskılarına maruz kalan Müslümanların bir kısmı, Peygamber Efendimiz (sav)'in öğüdüyle, Etiyopya'daki Hristiyan Kral Necaşi'ye sığınmışlardır. Peygamberimiz (sav)'le birlikte Medine'ye göç eden müminler ise, Medine'de yaşayan Musevilerle, sonraki tüm nesillere örnek olacak bir birarada yaşama modeli geliştirmişlerdir. İslam'ın yayılış döneminde de, Arabistan'daki Musevi ve Hristiyan topluluklarına gösterilen tolerans, Müslümanların Kitap Ehli'ne karşı anlayış ve adaletinin önemli birer örneği olarak tarihe geçmiştir.

Hz. Muhammed (sav)'in çeşitli ülkelerin krallarına ve bazı eyaletlerin valilerine yazdığı tebliğ mektuplarından altısının orijinali günümüze kadar muhafaza edilmiştir. Bu mektuplar, Peygamber Efendimiz (sav)'in üstün ahlakının, bağışlayıcılığının, şefkatinin ve tebliğ gücünün tarihi birer örnekleridir. Bu mektuplarla, söz konusu hükümdarlar ve halklar en güzel ve hikmetli şekilde hak dini yaşamaya davet edilmişlerdir. Mektupların etkileyici ve ılımlı üslubu pek çok kimsenin İslam ahlakını kabul etmesine aracı olmuştur. Peygamberimiz (sav)'in tebliğindeki bu hikmetli üslup tüm Müslümanlar için örnektir.

Yukarıdaki mektup, Ahsa Valisi el-Münzir'e gönderilmiştir. Mektupta, "... Selam üzerine olsun. Seni, kendisi dışında hiçbir İlah olmayan tek bir  Allah'a hamd etmeye davet ediyorum ve ilan ediyorum ki, O'ndan başka İlah yoktur ve Muhammed O'nun kulu ve Resulü'dür. Sana Kadir-i Mutlak ve Şanı Yüce Allah'ı hatırlatırım. Zira kim iyi bir nasihate kulak verirse kendi iyiliği içindir ve kim benim elçilerime itaat eder ve emirlerine uyarsa, bizzat bana itaat etmiş olur..." yazılıdır.

Buna bir örnek olarak, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in, Hristiyan olan İbn Harris b. Ka'b ve kavmine yazdırdığı anlaşma metninde: "Şarkta ve Garpta yaşayan tüm Hristiyanların dinleri, kiliseleri, canları, ırzları ve malları Allah'ın, Peygamber'in ve tüm müminlerin himayesindedir. Hristiyanlık dini üzere yaşayanlardan hiç kimse istemeden İslam'ı kabule zorlanmayacaktır. Hristiyanlardan birisi herhangi bir cinayete veya haksızlığa maruz kalırsa Müslümanlar ona yardım etmek zorundadırlar" yazdırmasıdır.8

Hz. Muhammed (sav)'in Habeşistan Kralı Necaşi'ye hitaben yazmış olduğu mektup, Müslümanların Hıristiyanlara bakış açısını göstermesi açısından da son derece önemlidir. Necaşi, Hz. Muhammed (sav)'in mektubunun ve Müslüman elçilerle yaptığı konuşmaların sonrasında, ülkesine sığınan Müslümanları koruyan bir politika izlemiştir. Mektupta şunlar yazılıdır:
Sana verdiği nimetinden dolayı Allah'a hamd ederim ki; O'ndan başka İlah yoktur. O Melik'tir, Kuddüs'tür, Selam'dır, Mümin'dir, Müheymin'dir.

Şahadet ederim ki; Meryem oğlu İsa, Allah'ın çok temiz, iffetli, dünyadan elini çekmiş olan Meryem'e yüklediği Ruhu ve Kelimesi'dir ki Meryem böylece ona hamile kalmış, Allah onu Ruhundan nefhedip yaratmıştır. Nasıl ki Adem'i kudret eliyle ve nefhiyle yaratmıştı. Ben seni bir olan, ortağı bulunmayan Allah'a ve O'na ibadet ve itaate, bana tabi olmaya ve Allah'tan getirip tebliğ ettiğim şeylere iman etmeye davet ediyorum. Çünkü ben Allah'ın Resulü'yüm. Ben, seni ve askerlerini Yüce Allah'a ibadet ve itaate davet ediyorum. Sana gereken tebliği yapmış ve öğüdü vermiş bulunuyorum. Öğüdümü kabul ediniz. Selam doğru yolda gidenlere olsun.

Hz. Muhammed (sav), Evs ve Hazrec kabileleri ile yapılan Medine Anlaşması'na Musevilerin de katılmasına izin vermiş ve böylece Musevilerin de Müslümanların arasında, ayrı bir dini grup olarak varlıklarını devam ettirmelerini sağlamıştır. Medine Anlaşması'nın "Beni Avf Musevileri, inananlarla birlikte bir ulus oluşturdular. Musevilerin dini kendilerine, Müslümanların dini kendilerinedir" hükmüyle, Müslümanların Musevilerin geleneklerine ve inanışlarına gösterdikleri şefkatin ve anlayışın temeli Peygamberimiz (sav) döneminde atılmıştır. Hiç şüphesiz bu anlayış, Allah'ın Kuran'da bildirdiği, "Sizin dininiz size, benim dinim bana" (Kafirun Suresi, 6) hükmünün en güzel tecellilerinden biridir.

Hz. Muhammed (sav), Rabbimiz'in emrettiği ahlakın bir gereği olarak, Kitap Ehli'ne karşı yalnızca anlayış ve merhamet göstermekle kalmamış, İslam idaresi altındaki Musevi ve Hristiyanların korunup kollanması gerektiğini de sahabeye öğretmiştir. Bizzat Peygamber Efendimiz (sav) tarafından Edruh, Makna, Hayber, Necran ve Akabe'li Kitap Ehli'ne verilen beratlar, Müslümanların Kitap Ehli'nin can ve mal güvenliğini garanti altına aldıklarını ve onlara inanç ve ibadet özgürlüğü tanıdıklarını göstermektedir. Peygamberimiz (sav)'in Necranlılar ile yaptığı sözleşmede yer alan şu maddeler de dikkat çekicidir:

Necranlıların ve maiyetindekilerin canları, malları, dinleri, varları ve yokları, aileleri, kiliseleri ve sahip oldukları herşey Allah'ın ve Allah'ın peygamberinin güvencesi altına alınacaktır.

Hz. Muhammed (sav)'in Gassan Kralı, Şemir el-Gassani'ye göndermiş olduğu mektubun orijinal kopyası.

◉ Hiçbir psikopos ya da keşiş kilisesinden ya da manastırından edilmeyecektir ve hiçbir papaz papazlık hayatını terk etmeye zorlanmayacaktır. Onlara hiçbir eza ya da aşağılama yapılmayacaktır ve toprakları ordumuz tarafından işgal edilmeyecektir. Adalet isteyen adalet bulacaktır, ne zalim ne de zulüm bulunacaktır.9

Tüm bunların yanı sıra Resulullah (sav)'in Kitap Ehli'nin düğün yemeklerine katıldığına, hastalarını ziyaret ettiğine ve onlara ikramda bulunduğuna dair rivayetler bulunmaktadır. Hatta Necran Hristiyanları onu ziyaretlerinde Hz. Muhammed (sav) onlara abasını sermiş ve oturmalarını söylemiştir. Peygamberimiz (sav)'in vefatının ardından da, Müslümanların Kitap Ehli'ne gösterdikleri güzel ahlakın temeli, Hz. Muhammed (sav)'in hayatı boyunca bu topluluklara karşı gösterdiği şefkate dayanmaktadır.

 

Müslümanların Kitap Ehli'ne Tutumu, Peygamberimiz (sav)'in Şefkatli Tutumuna Uygun Olmalıdır

ADNAN OKTAR: Peygamberimiz (sav) o güzeller güzeli, Hristiyanlara karşı çok şefkatliydi, onların yemeğine de gidiyordu, yemeklerini de yiyordu; Musevilerle alışveriş de yapıyordu, ashabını ve sahabeleri de teşvik ediyordu. O devirde, Hristiyanlar da Museviler de adeta cennet hayatı gibi hayat yaşadılar. Çok huzurlu ve güzel bir dönemdi onlar için. (Adnan Oktar'ın Tempo TV röportajından, 10 Mart 2009)

ADNAN OKTAR: Ehli Kitap Allah’ın bize bir emanetidir. Osmanlı döneminde de öyle olmuştur, Peygamber Efendimiz (sav) zamanında da öyle olmuştur. Kuran’ın anlatımında da bunu görüyoruz. Ehli Kitabı biz koruyup kollamakla, onlara şefkat göstertmekle, onları sevmekle mükellefiz. Biz onların sadece inancına uymayız. Ama insan olarak, kardeşimiz olarak çok severiz, bağrımıza basarız. Ama hâşâ Allah üçtür derse, tabi biz Allah birdir deriz. Yani o yönde ona katılmayız. O konuda biz onun hiçbir yönlendirmesinin içerisine girmeyiz. O konuda itaat etmeyiz. Ama güzel ahlakta ittifak halindeyiz, tabi ki kardeşimiz onlar. (Adnan Oktar’ın Malatya TV, 7 Ocak 2009)

ADNAN OKTAR: Peygamber Efendimiz (sav) de görüşüyordu Musevilerle, onlarla ticaret yapıyordu, bağlantısı oluyordu. Hristiyanlarla da bağlantısı oluyordu bu bir suç değildir. (Adnan Oktar'ın Çay TV röportajından, 23 Temmuz 2008)

İslam İdaresinde Din ve İbadet Özgürlüğü

Yanda 638 yılında Ortodoks Patrik Sophronios adına Hz. Ömer (ra) tarafından yayınlanmış olan ferman. Bu fermanla, kutsal topraklarda yaşayan Hıristiyanların tüm haklarının garanti altına alındığı bildirilmektedir. 

Hz. Muhammed (sav) döneminden başlayarak, İslam topraklarında her zaman için tam anlamıyla bir din özgürlüğü hakim olmuştur. Musevilerin ve Hristiyanların inançları, ibadetleri, kiliseleri, sinagogları, din eğitimi veren okulları Müslümanların güvencesi altına alınmıştır. Havralar ve kiliselerin korunacağına dair garantiler, Peygamberimiz (sav) döneminden başlamak üzere, Kitap Ehli ile yapılan sözleşmelerde yer alan önemli hükümlerdir. Ayrıca ilk dönemlerde yapılan anlaşmalarda, Müslümanların yolculukları sırasında güzergahları üzerinde bulunan manastırlarda kalmalarına müsaade edilmesine dair maddeler de bulunmaktadır. Bu da, Müslümanların Kitap Ehli ile ilişkilerini karşılıklı saygı zemini üzerinde geliştirmeye, onlarla dostane ilişkiler kurmaya özen gösterdiklerine bir işarettir. Buna dayanarak pek çok Müslümanın, gerek konaklamak gerekse yemek ihtiyaçlarını gidermek için yolculukları ve fetihleri sırasında manastırları ziyaret ettikleri, hatta kimi zaman edebi sohbetler için manastırları tercih ettikleri tarihi kaynaklarda anlatılmaktadır.

Kitap Ehli de çoğu zaman Müslümanların bu yaklaşımına sıcaklıkla karşılık vermiştir. Suriye Hristiyanlarının, Ebu Ubeyde'ye sundukları ve tarihe "Ömer Akdi" olarak geçen belgede yer alan şu ifadeler dikkat çekicidir:

Gece veya gündüz kiliselerimizi Müslümanlardan esirgemeyeceğiz, onların kapılarını yolculara ve yolda kalmışlara açık tutacağız... Müslüman yolcuyu geleneksel usulümüzle ağırlayacağız ve onları besleyeceğiz. Müslümanları incitmeyeceğiz ve her kim bir Müslümanı incitirse kendi haklarını ceza olarak kaybedecektir.10

Kuran'da bildirilen, "... Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi... " (Hac Suresi, 40) ayetiyle de dikkat çekildiği gibi, Müslümanlar için Kitap Ehli'nin ibadethaneleri Allah'ın adının anıldığı kutsal mekanlardır ve bu mekanların korunması iman edenlerin üzerine bir sorumluluktur. Dolayısıyla, başta Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'in dönemi olmak üzere, dört halife dönemi ve daha sonraki İslam idarelerinde Hristiyanların ve Musevilerin kutsal mekanları özenle korunmuş, inananların mabetlerinde diledikleri gibi ibadetlerini yerine getirmeleri sağlanmıştır. Örneğin, Hz. Ebubekir (ra) döneminde, barışçıl yollarla fethedilen Taberriye şehrinde yaşayan Hristiyanlara, kiliselerine dokunulmayacağına dair garanti verildiği tarihi belgelerde yer almaktadır. Aynı şekilde, Dımeşk'in fethi sırasında yapılan anlaşmada, kiliselerin yıkılmayacağı ve mesken edinilmeyeceği özellikle vurgulanmıştır. Hz. Ömer (ra)'ın Kudüs halkına verdiği emannamede de Kitap Ehli'nin ibadethanelerine dokunulmayacağı bildirilmektedir.

Dery Yakup Manastırı, Urfa, I. yüzyıl

Hz. Osman (ra) döneminde, bir Ermeni kenti olan Debil'in fethi sırasında, şehirde yaşayan Hristiyanlar, Museviler ve Mecusilere verilen emannamede, mabetlerin korunacağı garantisi sunulmuştur.11 Ayrıca yıkılan kiliselerin onarılmasına, yeni havraların ve manastırların inşa edilmesine de her zaman müsaade edilmiştir. Örneğin, Medain dışında bulunan ve Patrik Mar Amme tarafından daha önce yakılmış olan St. Sergius Manastırı, Hz. Osman (ra) döneminde yeniden inşa edilmiştir. Mısır valisi Ukbe'nin Nasturilerin yaptırdıkları bir manastıra yardımda bulunması, Muaviye döneminde Urfa Kilisesi'nin tamir ettirilmesi, İskenderiye'de Marcos Kilisesi'nin inşa ettirilmesi gibi daha pek çok örnek sayılabilir.

Günümüzde Filistin, Suriye, Ürdün, Mısır ve Irak topraklarında yer alan kilise ve sinagogların hala varlığını koruyor olması, Müslümanların diğer İlahi dinlere olan saygısının bir göstergesidir. Bugün Hristiyanlar tarafından önemli ziyaret alanlarından biri olarak kabul edilen Tur Dağı'ndaki Sina Manastırı ve bu kilisenin hemen yanındaki cami, Müslümanların Kitap Ehli'nin ibadethanelerine gösterdiği saygının bir diğer örneğidir.

Germüş Köyü Kilisesi, Urfa

Kitap Ehli'nin ibadethaneleri ve kutsal mekanları, İslam idarelerinde özenle korunmuştur.

Kitap Ehli geleneklerinin ve inançlarının önemli bir parçası olan bayramlarını da Müslüman idaresinde istedikleri mabetde, istedikleri şekilde kutlamışlar, hatta kimi zaman Müslüman idareciler de bu kutlamalarda yer almışlardır. III. Nasturi Patriği'nin yazdığı bir mektup, Müslüman yöneticilerin Kitap Ehli'ne karşı merhametini ve anlayışını bir Hristiyanın ağzından anlatması bakımından güzel bir örnektir:

Araplar… bizlere hiç zulmetmediler. Gerçekten onlar, dinimize, din görevlilerimize, kilise ve manastırlarımıza hürmet gösterdiler…12

12. yüzyılın ünlü Musevi seyyahlarından Tudelalı Benjamin ise, Müslüman topraklarını ziyareti sırasında gördüğü anlayış ve ortak yaşama kültürü karşısında hayranlığını gizleyemez. Böyle bir anlayışa dönemin Hristiyan Avrupası'nda rastlamanın mümkün olmadığını ifade eder. Müslümanlar ve Musevilerin türbelerde ve kutsal mekanlarda birarada dua ettiklerini belirten Benjamin, sinagogların hemen yanında mescitler inşa edildiğini ve her iki cemaatin de birbirlerinin bayramlarını kutladıklarını anlatmıştır.13

Bütün bu tarihi bilgiler açıkça göstermektedir ki, günümüzde bazı çevrelerin telkinlerinin aksine, İslamiyet bir barış ve sevgi dinidir. İslam idaresi altında Hristiyanlar ve Museviler diledikleri gibi yaşamışlar, din ve vicdan özgürlüğünün sağladığı tüm imkanlardan faydalanmışlardır.

Eriha'daki Aziz George Manastırı'nın tarihi 5. yüzyıla kadar uzanmaktadır.

 

Aziz Sabas Manastırı. Manastır 4. yüzyıl başlarında inşa edilmiştir.

 

Müslümanlar ve Museviler için olduğu kadar Hıristiyanlar için de kutsal kabul edilen Kudüs ve çevresindeki topraklarda pek çok tarihi ibadethane ve kutsal mekan bulunmaktadır. Tarihi 4. yüzyıla kadar uzanan pek çok manastır ve kilise, bugüne kadar korunarak gelmiştir. İslam idaresinde, Müslümanlar, Museviler ve Hıristiyanlar kendi kutsal mekanlarında ibadetlerini rahatlıkla yerine getirmiş, huzur ve güven içinde yaşamışlardır. Samimi olarak iman edenlerin ittifakıyla aynı huzur ortamının bugün de sağlanması mümkündür.

 

Sina Dağı'nı resmeden bir tablo

"... Kitap Ehliyle en güzel olan bir tarzın dışında mücadele etmeyin.
Ve deyin ki: "Bize ve size indirilene iman ettik; bizim İlahımız da, sizin İlahınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuz."
(Ankebut Suresi, 46)

 

Kitap Ehli'nin İslam İdaresinde Bulduğu Huzur

Hristiyanlar ve Museviler, Müslümanların idaresinde her türlü özgürlükten en yüksek derecede faydalanma imkanına sahipken, benzer bir sevgi ve merhameti diğer dinlerin mensuplarından görmemişlerdir. Milattan sonra ilk yüzyılda Museviler Hristiyanlara karşı baskı uygularken, sonraki yüzyıllarda güçlenen Hristiyanlar da Musevilere ve hatta farklı mezheplerden Hristiyanlara karşı baskı uygulamışlardır. Özellikle Ortaçağ'a egemen olan bu baskı, pek çok Musevi ve farklı mezhepten Hristiyanın, Müslümanların merhametine ve korumasına sığınmalarına neden olmuştur. İslamiyet'in ilk dönemlerinde Bizanslıların Mısır ve diğer bölgelerdeki Yakubi Hristiyanlarına karşı; Haçlı Seferleri sırasında Katoliklerin, güzergahları üzerindeki ve Kudüs ve çevresinde yaşayan Musevilere ve Ortodokslara karşı; Avrupa'da Hristiyanların Musevilere karşı; İspanya'da Hristiyanların, Müslümanlara ve Musevilere karşı izledikleri baskı ve şiddet politikasının benzerine İslam topraklarında hiçbir zaman rastlanmamıştır.

Bu şefkat dolu tutumun en önemli örneklerinden biri hiç kuşkusuz Osmanlı İmparatorluğu'dur. Antalya Patriği Makarios'un, Ortodokslara zulmeden Katolik Polonyalıları Osmanlı idaresiyle kıyaslayan şu sözleri bu gerçeği gösteren örneklerden sadece bir tanesidir:

Osmanlı idaresinde Museviler, Hıristiyanlar ve Müslümanlar birarada dostane bir ortamda yaşamış, Kitap Ehli, Müslümanların yönetiminden razı olmuştur. Bu gravürde, 1877 Osmanlı-Rus Savaşı'nda cephedeki Osmanlı Ordusu'nun muzaffer olması için Ahida Sinagogu'nda yapılan dua görülmektedir. Dua törenine, dönemin sadrazamı da katılmıştır.

Doğrusu, insanların İbrahim'e en yakın olanı, ona uyanlar ve bu peygamber ile iman edenlerdir. Allah, mü'minlerin velisidir.
(Al-i İmran Suresi, 68)

O imansızlar tarafından öldürülen binlerce insana, kadın, kız ve erkeklere ağladık. Lehliler Ortodoks adını dünyadan kaldırmak istiyorlar. Allah Türklerin devletini ebedi eylesin. Zira Türkler vergi aldıktan sonra Hristiyan ve Musevilerin dinlerine dokunmazlar.14

İspanyol zulmünden kaçan Museviler de aradıkları huzuru ve güvenliği yalnızca Osmanlı topraklarında bulmuşlardır. İspanya'dan sürülen ve çeşitli ülkelere sığınan Museviler bu topraklarda da çok büyük zorluk ve sıkıntılarla karşılaştılar. Çoğu kentlere girmelerine izin verilmediği için açlık ve susuzluktan şehir girişlerinde hayatlarını kaybettiler. Cenovalıların gemilerinde yolculuk edenler ise, gemi çalışanları tarafından ya zulme uğradılar ya da esir olarak korsanlara satıldılar. İmparatorluğu'nun sınırlarını Musevilere açan Sultan Beyazıt ise, Musevilere gereken şefkat ve özenin gösterilmesi için tüm eyaletlere bir ferman gönderdi. Fermanda, "İspanya Musevilerini geri çevirmek şöyle dursun, tam bir içtenlikle karşılanmaları; aksine hareket ederek göçmenlere kötü muamele yapacakların veya en ufak bir zarara sebebiyet vereceklerin ölümle cezalandırılacakları..." bildiriliyordu.15 Dindarlığı ile tarihe geçmiş olan Sultan Beyazıt'ın bu misafirperverliği ve şefkati, hiç kuşkusuz Kuran ahlakına olan bağlılığından kaynaklanıyordu.

Sultan ve maiyetinin bir Hıristiyan kentine gelişini ve görkemli karşılanışını temsil eden tablo. Anonim, 17 yy. sonları.

Kitap Ehli'nin İslam idaresi altında son derece rahat ve müreffeh bir yaşam sürdüklerinin bir diğer örneği de, Endülüs'teki Müslüman Emevi devletidir. Bu devlette, o dönemin Avrupası'nda eşi görülmemiş yüksek bir medeniyet kurulmuştur. Farklı dinlerin mensuplarına gösterilen anlayış ise bu medeniyetin temel özelliklerinden biri olmuştur. Hristiyan saldırıları karşısında yüzyıllar içinde küçülen Endülüs'ün son parçası olan Gırnata'da yaşayan Museviler için tarihi kaynaklarda yer alan; "Musevilerin Gırnata'daki muhteşem yaşamlarını görmeyenler görkem nedir bilmiyorlar demektir." ifadesi, dikkat çekicidir. O dönemde Gırnata, Museviler için dünyanın en güvenli topraklarıdır.16

Yukarıdaki resimde, Filistin topraklarındaki Katolik, Ortodoks, Musevi ve Müslüman din adamları birarada görülmektedir. Osmanlı idaresinin bölgeye getirdiği barış, Osmanlı'nın yıkılmasıyla birlikte tarihe karışmıştır. Barışın yeniden inşa edilmesi, samimi olarak iman edenlerin ittifakı ile mümkün olacaktır.

İslam idaresi ile birlikte ahalisi huzur bulan topraklardan biri de Filistin'dir. Filistin'de yaşayan Musevi ve Hristiyan cemaatler, İslam idaresinin olduğu dönemlerde inanç özgürlüğüne sahip olmuş, Müslümanların yönetimi altında huzur ve güvenlik içinde yaşamışlar, ticaret ve zanaatla serbestçe ilgilenmişlerdir. Son olarak Osmanlı İmparatorluğu bölgede yaklaşık 500 yüzyıl boyunca barışı ve güvenliği sağlamış, Osmanlı'nın kurduğu nizamı daha sonra yeniden inşa etmek mümkün olmamıştır. Osmanlı'nın Kudüs ve çevresine getirdiği özgürlük İsrail Dışişleri eski Bakanlarından Abba Eban tarafından şu şekilde ifade edilmektedir:

Kudüs Büyük Sinagogu'nda Başhaham'ın vaazı, 1836. Osmanlı idaresinde Museviler tüm ibadetlerini ve dini toplantılarını diledikleri gibi yerine getirmişlerdir.

Romalılardan ve her istilacıdan sadece zulüm, kan ve işkenceye layık görülen Kudüs ve Musevi halkı ancak ve ancak Yavuz Sultan Selim'in Kudüs'ü fethetmesinden ve bu fethin Kanuni tarafından pekiştirilmesinden sonradır ki, insanca yaşamanın, eşitliğin ne demek olduğunu ve huzur tadının ne anlama geldiğini öğrendi.17

Sadece Filistin'de değil İslam dünyasının dört bir yanında Müslümanlarla Museviler ve Hristiyanlar asırlar boyunca aynı şehirlerde, hatta aynı mahallelerde birarada huzur ve güvenlik içinde yaşamışlardır. Ehl-i Kitap mensupları, Müslümanların yönetiminde olan bölgelerde, diledikleri gibi ticaretle uğraşıp mal sahibi olmuşlar, çeşitli meslek gruplarına dahil olabildikleri gibi devlet kademelerinde, hatta Saray'da dahi görev almışlardır. Fikir ve düşünce özgürlüğünden en üst düzeyde faydalanmış, ilim ve kültür hayatının bir parçası haline gelmiş ve günümüze kadar gelen eserler bırakmışlardır. Sosyal haklarını kullanmalarına engel olabilecek hiçbir baskı ile karşılaşmadıkları gibi, inanç ve ibadet özgürlüğünden de en üst seviyede faydalanmışlardır. Örneğin Abbasi sarayında görev yapan Hristiyan doktorların, aileleri ve yanlarında çalışanlar ile birlikte İncil okumalarına, ibadetlerini yerine getirmelerine karışılmadığı, tarihi kaynaklarda yer alan bir bilgidir.

Kutsal Mezar Kİlisesi'ni ziyaret eden Hıristiyan hacılar, 1836.
Müslümanların idaresindeki Fİlistin topraklarını, Hıristiyan hacılar istedikleri gibi ziyaret edebilmekte, ibadetlerini özgürce yerine getirmekteydiler.

İslam dünyasında bilime ve bilim adamlarına verilen önem, Hristiyan ve Musevi bilim adamlarının da bizzat Halifeler tarafından korunmasını sağlamıştı. İslam topraklarında farklı dinlerden bilim adamları devlet yöneticileri tarafından düzenlenen toplantılarda biraraya gelir, ilmi sohbetler düzenlenirdi. Hristiyan ve Musevi hekimler, Müslüman meslektaşlarıyla fikir alışverişinde bulunur, dönemin pek çok önemli tıp eseri, Halifenin ya da devlet erkanının huzurunda yapılan toplantı ve tartışmalarda ele alınırdı.18

İslam idaresi altında, Kitap Ehli'nin çok canlı bir kültür hayatı vardı. Müslüman devlet adamları, fethedilen topraklardaki kültürel çalışmaları koruma altına alıyor ve bunları İslam İmparatorluğu'nun başkenti olan Bağdat'a getirterek, Müslüman ve Kitap Ehli'nden bilim adamlarının araştırmalarına açıyorlardı. Hristiyanlar ve Museviler de bu araştırmalara dayanarak hazırladıkları eserlerini ve ayrıca kendi dini inançlarını halklarına öğretmek için hazırladıkları çalışmaları diledikleri gibi çoğaltıp dağıtabiliyorlardı. Müslümanların bilimi ve fikir özgürlüğünü destekledikleri böyle bir dönemde, Hristiyanlığın merkezi konumundaki Avrupa'da ise engisizyon mahkemeleri insanları düşünce ve inançlarından dolayı diri diri yakarak idam ettirebiliyordu.

Müslüman liderlerin adalet anlayışı, kimi Musevi ve Hristiyanların, kendi kanunlarının geçerli olduğu mahkemeler olmasına rağmen, davalarının İslam mahkemelerinde görülmesini istemelerine de neden olmuştur. Bir dönem İslam mahkemelerine başvuran Hristiyanların sayısındaki artış nedeniyle, Nasturi Patriği Timasavus Hristiyanları uyaran bir bildirge yayınlama ihtiyacı hissetmiştir.19

"Hz. Ömer Camisi" David Roberts, Mathaf Galerisi, Londra

Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren O (Allah) yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir.
(İsra Suresi, 1)

İslam tarihinde görülen bu eşsiz merhamet ve adalet anlayışının temeli elbette Kuran ahlakıdır. Kuran ahlakını uygulayan Müslümanların idaresindeki topraklarda her zaman güvenlik, adalet ve barış hakim olmuştur. Halkın mutluluğunu ve refahını esas alan bu yönetimler, kendilerinden sonra gelen pek çok nesile örnek olacak bir sistem kurmuşlardır. Günümüzde de merhameti, şefkati, adaleti, anlayışı, tevazuyu, sabrı, fedakarlığı, özveriyi emreden gerçek Kuran ahlakının İslam dünyasında yaygınlaşmasıyla, hem Müslümanların hem de gayrimüslimlerin huzur ve güvenlik bulacakları bir düzenin inşa edilmesi mümkün olacaktır.

 

Ağlama Duvarı'nın 1900 yılına ait bir fotoğrafı.

Şüphesiz, Kitap Ehli'nden, Allah'a; size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah'a derin saygı gösterenler olarak- inananlar vardır. Onlar Allah'ın ayetlerine karşılık olarak az bir değeri satın almazlar. İşte bunların Rableri Katında ecirleri vardır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir.
(Al-iİmran Suresi, 199)

 

Kitap Ehli'ne Müslümanlar Sahip Çıkmalıdır

ADNAN OKTAR: İsrail’deki bütün dindar Musevilere çok ciddi sahip çıkılması lazım. Aynı Filistin’e sahip çıktığımız gibi birebir onlara da sahip çıkmamız lazım. Yani toptan, onların tamamı bizim. Bir kısmı Yakupoğulları bir kısmı İsmailoğulları. Bir kısmı Hz. Yakup (as)’dan geliyor, bir kısmı Hz. İsmail (as)’dan. Hepsi peygamber soyudur. Oradaki kavmin, neslin tamamı öyledir ve çok dindar ve temiz insanlar.

Onlara musallat olmuş ateist Siyonistler ve masonlar var. Onları birbirine kırdırmak isteyen, onları birbirine yok ettirmek isteyen bir ekip var. Onları kenara çekip, bu şeytanın ekibini geriye çekip, bizim oraya gelip bu aynı atadan gelmiş dindar tertemiz kardeşleri mutluluk içerisinde yaşatmamız gerekiyor. Tek yanlı siyaset çok yanlış olur. Hem adalete uymaz hem vicdana uymaz hem makul olmaz. Bir de böyle bir güzelliği görmezden gelemeyiz. Museviler çok dindar ve çok efendi insanlar. Onları mutlaka koruyup kollamamız gerekiyor, ama Filistinlileri de tam anlamıyla bu beladan, bu dertten kurtarmamız lazım. (Adnan Oktar'ın Mavi Karadeniz TV röportajından, 3 Şubat 2009)

 

Müslüman Toplumlarda Ehl-i Kitap'ın Hukuki Statüsü

Fetihlerle kazanılan topraklarda yaşayan Kitap Ehli, esir statüsünde değil, zımmi statüsünde görülüyor ve böylece önemli hukuki haklar kazanmış oluyorlardı. Zımmilik, cizye adı verilen belirli bir miktar vergiyi ödeyen ve Müslüman idaresini tanıyan gayrimüslimlere tanınan bir statü idi. Buna bağlı olarak can ve mal güvenceleri sağlanıyor, din ve vicdan hürriyetinden faydalanıyorlar, askerlikten muaf tutuluyorlar, aralarındaki anlaşmazlıkları kendi hukuklarına göre çözme hakkını koruyorlar ve eğer gerekli görülürse ödedikleri cizye de kimi zaman iade ediliyordu.

Gayrimüslimlerden cizye vergisinin alınması kimi zaman yanlış yorumlanmakta, sözde bir adaletsizlik olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Oysa bu ön yargılı ve yanlış bir yorumdur. İslam idaresinde Müslüman halktan cizye vergisi alınmamaktadır, çünkü onlara da askerlik yapma yükümlülüğü getirilmiştir, gayrimüslimler ise bu yükümlülükten muaf tutulmuştur. Bunun dışında, gayrimüslimlerden alınan cizye vergisi yine gayrimüslimlerin haklarının ve geleceklerinin korunması, muhtaç durumdaki gayrimüslimlerin bakılıp korunması için kullanılmıştır. Zımmilik statüsünü ve Müslüman idarecilerin cizye ile ilgili uygulamalarını incelediğimizde, kimi ön yargılı değerlendirmelerin gerçekten uzak oldukları bir kez daha görülecektir.

Peygamber Efendimiz (sav), "her kim zımmiye zulmeder veya taşımaktan aciz olduğu yükü yüklerse, o kimsenin hasmıyım" diyerek zımmilere gösterilmesi gereken tavrı müminlere tarif etmişti. Bu ahlak doğrultusunda Müslümanlar, kendi idareleri altındaki gayrimüslimlerin korunmasını önemli yükümlülüklerinden biri olarak görmüşlerdir. Müslümanların hukuk anlayışlarına göre, zımmiler devlet tarafından korunması gereken bazı haklar kazanmış bir kesimdir. Hz. Ömer (ra) döneminde Hira Hristiyanları ile Müslümanlar arasında yapılan anlaşmada yer alan "Şayet onlardan biri güçten düşer ve yaşlanırsa veya hastalıktan acı çekerse veya zengin iken yoksullaşırsa, o ve ailesi İslam toprakları içerisinde bulundukları sürece beyt-ül maldan (kamu hazinesi) yardım görecektir" 20 maddesi, İslam idaresinin zımmilere karşı bakış açısını gösteren önemli örneklerden biridir. Gayrimüslimlerin, vergilerini ödeyemeyecek durumda olduklarında da, devlet hazinesinden yardım görmeleri ve sıkıntılarının giderilmesi için devletin kendilerine yardım etmesi önemli bir husustur. Şam halkıyla yapılan anlaşma öncesinde Hz. Ömer (ra)'ın yaptığı açıklama, cizye ve gayrimüslimler konusunda Müslümanların hassasiyetini göstermesi açısından önemlidir:

Oysa onlar, dini yalnızca O'na halis kılan hanifler (Allah'ı birleyenler) olarak sadece Allah'a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekatı vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din budur.
(Beyyine Suresi, 5)

Allah'ın lutfettiği toprakları insanların ellerinden almayın ve Allah'ın Kitabında belirttiği gibi güçlerine göre cizye koyun. Şayet cizye onlar tarafından ödenirse daha fazlasını istemeyin... Toprakları kendi aramızda paylaşırsak evlatlarına hiçbir şey kalmayacaktır. Eğer topraklar asıl sahiplerine bırakılırsa Müslümanlar onların ürettiği ile yaşayabilirler. Onların üzerine cizye koyabilirsiniz, ama asla onları esir alamazsınız. Onları incitecek ya da onlara zarar verecek haksızlığı yapamazsınız ve üzerinde hakkınız olmadıkça onların mallarını alamazsınız. Onlarla yaptığınız anlaşmalarla kabul ettiğiniz yükümlülükleri yerine getirmek zorundasınız.21

Görüldüğü gibi Kuran ahlakına uyan samimi Müslümanlar, gayrimüslimlerin mal ve can güvenliğini, huzurunu korumayı bir yükümlülük olarak görmüşlerdir. Bizans ordusu ile yapılan bir savaş sırasında, İslam ordularının Hristiyanlara gerekli korumayı sağlayamayacakları bir ortam oluştuğunda, aldıkları cizyeyi onlara iade etmeleri Peygamberimiz (sav)'in Müslümanlara öğrettiği İslam ahlakının güzel örneklerinden bir diğeridir.22

Geçmişte İslam dünyası ve Museviler ve Hristiyanlar arasında kurulan dostane ilişkiler, günümüz için de önemli bir örnektir. Gerçek İslam ahlakı, farklı dinlere ve inançlara mensup kimselere şefkatle yaklaşmayı, onların değerlerine ve inançlarına saygı göstermeyi, birarada huzur içinde yaşanabilecek bir ortam tesis etmeyi gerektirir. Dolayısıyla bu ahlakın yaygınlaşması ve böylece İslam adına ortaya konan -ancak İslam ahlakı ile hiçbir ilgisi bulunmayan- bazı çarpık modellerin tedavi edilmesi için gösterilen çaba, dünya barışının sağlanmasında çok önemli bir adım olacaktır.

Müslümanların sevgi ve anlayışının, samimi olarak iman eden Museviler ve Hristiyanlar tarafından da aynı şekilde karşılık bulması gerekir. Çünkü Allah, Musevi ve Hristiyanlara da diğer insanları sevmelerini, iyiliğin ve barışın öncüsü olmalarını emretmiştir.

Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, affetsinler ve hoşgörsünler. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz?...
(Nur Suresi, 22)

 

Dipnotlar

1. ( El-Cami's Sağir, 1. 427)

2. (El-Cami's Sağir, 1. 427)

3. (Esbahani: Hz Aişe)

4. Buhari ve Müslim

5. (Ramuz El Hadis 1. cilt )

6. (Kütübi Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, 7. cilt)

7. (Huccetül İslam İmam Gazali, İhya'u Ulum'id-din, 2.cilt)

8. İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik, Es-Siretü'n-Nebeviyye, Daru't-Türasi'l-Arabiyle, Beyrut, 1396/1971, II/141-150; Yrd. Doç. Dr. Orhan Atalay, Doğu-Batı Kaynaklarında Birlikte Yaşama, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul, 1999, s. 95

9. (Majid Khoduri, İslam'da Savaş ve Barış, Fener Yayınları, İstanbul, 1998, s. 209-210)

10. Majid Khoduri, İslam'da Savaş ve Barış, Fener Yayınları, İstanbul, 1998, s. 223

11. Levent Öztürk, Asr-ı Saadetten Haçlı Seferlerine Kadar İslam Toplumunda Hristiyanlar, İz Yayıncılık, istanbul, 1998, s. 114-115

12. Frend, 289; Hamidullah, İslam Peygamberi, II. 920; Levent Öztürk, Asr-ı Saadetten Haçlı Seferlerine Kadar İslam Toplumunda Hristiyanlar, İz Yayıncılık, istanbul, 1998, s. 55

13. Mark Cohen, Haç ve Hilal Altında Ortaçağlarda Yahudiler, Sarmal Yayınevi, İstanbul, Nisan 1997, s.185

14. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi, İstanbul 1969, s. 193

15. Abrahom Danon, Yossef Daath Dergisi, sayı 4; Naim Güleryüz, Türk Yahudileri Tarihi I, Gözlem Gazetecilik Basın ve Yayın A.Ş, İstanbul, 1993

16. Felipe Torroba, Bernaldo de Quiros, Les Juifs Espagnols, Madrid, 1964, s. 17

17. İlhan Bardakçı, "Biz Hiç Irk Olmamışız", Tercüman, 7 Mayıs 1983

18. Levent Öztürk, Asr-ı Saadetten Haçlı Seferlerine Kadar İslam Toplumunda Hristiyanlar, İz Yayıncılık, istanbul, 1998,s. 437

19. Levent Öztürk, Asr-ı Saadetten Haçlı Seferlerine Kadar İslam Toplumunda Hristiyanlar, İz Yayıncılık, istanbul, 1998, s.188

20. Majid Khoduri, İslam'da Savaş ve Barış, Fener Yayınları, İstanbul, 1998, s. 214

21. Majid Khoduri, İslam'da Savaş ve Barış, Fener Yayınları, İstanbul, 1998, s. 216

22. Ebu Yusuf 139; el-Belazuri, Fütuhu’l Budan, 187

3 / total 11
Harun Yahya'nın Gelin Birlik Olalım kitabını online okuyabilir, facebook, twitter gibi sosyal ağlarda paylaşabilir, bilgisayarınıza indirebilir, ödev ve tezlerinizde kullanabilir ve siteyi referans göstermek koşuluyla telif hakkı ödemeksizin site ve bloglarınızda yayınlayabilir ve kopyalayıp, çoğaltabilirsiniz.
Harun Yahya Etkiler | Basında Harun Yahya | Sunumlar | Ses kasetleri | İnteraktif CD'ler | Konferans setleri | Radyo programı / Piyesler | Broşürler| Site Hakkında | HarunYahya.net | Ana sayfanız yapın | Sık kullanılanlara ekle | RSS Servisi
Bu sitede yayınlanan tüm materyaller, Sayın Adnan Oktar’ı referans göstermek koşuluyla telif hakkı ödemeksizin kopyalanabilir ve çoğaltılabilir
© Sitemizde ve diğer tüm Harun Yahya eserlerinde yer alan Sayın Adnan Oktar’a ait şahsi fotoğrafların bütün yayın hakları Global Yayıncılık Ltd.Şti’ne aittir. Kısmen de olsa izinsiz kullanılamaz ve yayınlanamaz.
© 1994 Harun Yahya. www.harunyahya.org
page_top